"Kendine gelmesi çok uzun sürer mi?"
"Belki birkaç saat. Neden?"
"Yorgunum."
"Eve git o zaman. Onunla ben ilgilenirim."
Yeni yeni kendime geliyordum. Gözlerimi açmak için gücümü toparlamaya çalışıyordum ama öyle bitkindim ki parmağımı bile kıpırdatamıyordum. En azından uzandığım pürüzsüz, yumuşak zemin ve ciğerlerime çektiğim kanın metalik kokusuna bulanmış ağır parfüm tanıdıktı da çok fazla paniklememiştim. Konuşanlar da Jimin ve Yoonji olmalıydı, seslerin yavaş yavaş netleşmesiyle konuşmaların onlara ait olduğunu zar zor anlayabilmiştim.
Köşkteydim. Mavi Köşk'te. Belki de güvende olduğum tek yerde. Uzandığım yer Park Jimin'in çalışma odasındaki üçlü deri koltuklardan biriydi. Birkaç saat önce üstünde yüz bin dolar saydığım o deri koltuklardan biri...Hyunseok'un önüme devrilişinin üzerinden henüz birkaç saat geçmiş, gün henüz doğmamış olmalıydı ki tavandaki ışıklar göz kapaklarımı delip geçiyordu. Kuruyan kanını hâlâ suratımda ve ellerimde hissedebiliyordum. Kokusunu alabiliyordum. Midemi bulandırıyordu ama bu bulantı zihnimde son kalan sahnelerden ve ciğerlerime dolan kokudan tiksindiğimden mi yoksa tüm bunlardan kontrolsüz bir şekilde haz aldığımdan mıydı emin değildim. Üzerinde durmaya da pek niyetim yoktu çünkü alacağım cevap beni korkutuyordu.
"Ah, nihayet. Uyanıyor." dedi Yoonji boş boş etrafıma baktığımı görünce. Bilinçsiz gibi bir sağa bir sola döndükten sonra tekrar uykuya dalamayınca bu sefer oturur pozisyona geçtim. Bacaklarımın arasından gözüken deri koltukta gezdiriyordum gözlerimi, yaptıklarımın gerçekliğini sorguluyordum. Hepsinin bir rüyadan ibaret olup olmadığını anlamaya çalışıyordum. Bu benim için çok zordu aslında çünkü tüm hayatım asfalt, çukurlarla karşılaşsam da ilerlemesi kolay bir yolda geçmişti.
Basit bir felsefe öğretmeniydim, görevimin başına geçtiğim günden beri öğrencilerime felsefeyi sevdirebilmek için uğraşmıştım. Öğrencilik yıllarımda mezun olabilmek için çok çabalamıştım, çalışıp durmuştum. Aileme maddi ve manevi anlamda elimden geldiğince yardım ediyordum. Sıkıcı ama ziyanı olmayan bir yaşam sürüyordum. Sonra birden çakıl taşlarıyla, daha büyük çukur ve tümseklerle dolu bir yolda buldum kendimi. İşimi bir iftira yüzünden kaybetmiştim, verdiğim emeklerin hepsi boşa çıkmıştı. Üstelik bunu ablama söyleme cesaretini bile bulamamıştım, yardımcı olamamamın sebebini bu aralar biraz sıkışık olmama yoruyordu. Artık arkadaşlarım da yoktu. Hoseok'u da kısmen kaybetmiş sayılırdım. Dahası, ellerim silah tutmuştu, kana bulanmıştı, birinin canını almıştı. İşin kötü yanıysa bundan içten içe (kabul etmek istemesem de) zevk almıştım.Basit bir öğretmen, nasıl buralara kadar gelebilirdi ki? Elime silah alıp birini öldürmek zorunda kalacak kadar kötü ne yapmış olabilirdim?
Hiçbir şey. Koskoca bir hiç. Yaptığım buydu.
Omzuma dokunan elle irkilip koltuğa yapıştım. Öyle dalmıştım ki köşkte olduğum aklımdan çıkmıştı. Kafamı kaldırıp Valerie'yi görene kadar da köşkte olduğumun bilincine varamamıştım.
"Yatışırsın," dedi bozuk Korecesiyle. Elindeki papatya çayını ellerim arasına tutuşturup odadan çıktı. O çıktıktan sonra gözlerim Jimin'in gözlerine değdi. Karşımdaki koltukta Yoonji'yle oturuyordu. Jimin bir uçta, Yoonji başka bir uçta, birbirlerinden uzakta. Sakince kendime gelmemi bekliyorlardı. İkisinde de en ufak bir endişe kırıntısı dahi görünmüyordu. Oysa ben olsam, benim için endişelenirdim çünkü delirmenin kıyısında olduğum gözle görülebiliyordu.
Nasıl bu kadar rahat olabilirlerdi?
"Daha iyi misin? Su ister misin?"
Kafamı iki yana sallayıp Yoonji'yi başımı elimdeki çaydan kaldırmadan reddettim. Papatya çayını en son içtiğim zaman canlandı gözümde. Kendi evimdeydim, okuldan çıkmıştım. Aldığım o 'aşk' mektubunun stresini atmaya çalışıyordum. O zaman vücudumu ele geçiren stres bana fazla gelmişti. Şimdiyse sadece o kadarcık bir stresim olması için her şeyi yapabilirdim. Galiba yapıyordum da.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
OMERTA ╹ vmin
FanfictionBu deli dünyada tek başınasın, herkese ve her şeye rağmen hayattasın. •Mafia!Park Jimin