Okul çıkışından sonra hızla hastahanenin yolunu tutmuş farkında bile olmadan varmıştım bile. Jeon Bey ortalıkta görünmüyordu. Sorumlu olduğunu düşündüğüm hemşireye kardeşimi sorduğunda yeni kendine geldiğini söylemişti. İçeriye girebileceğimi eklediğinde gözlerimin parıldadığını kendim bile hissetmiştim. Yüzümde ki kocaman gülümseme ile odaya girdiğimde yastığını diklemesine koymuş oturuyordu. Beni gördüğünde alt dudağını ısırmış pişman olduğunu belirten bakışlar atmaya başlamıştı. Gülümsememi bozmadan onun için aldığım yemekleri yatağın yanındaki masaya koymuştum.
"Nasılmış benim melek kardeşim?" Gülümsememi bir saniye bile bozmuyordum, bütün samimiyetimi hissetmesi için. Odanın en köşesinde duran sandalyeyi alıp yatağın yanına koyup serumlu elini tutmuştum. Bana şaşkın bakışlar atarken ördeğe benziyordu. Saçlarını karıştırıp elinde ki seruma bakmamaya çalıştım. Onu böyle hastane aletlerine bağlı gördükçe kalbime saplantı giriyordu sanki.
"Hyung, ben çok pişmanım. Ama kendime engel olamadım-" hiç sevmediğim şey olan söz kesme girişimin de bulunduğum da o da buna şaşırmıştı. Ama böyle konuşarak kendini suçlu hissetmesini istemiyordum. "Böyle konuşma, Kai~ Bu elinde olan bir şey değil. Hastahaneye ilk başta götürmeyip kendim halledebileceğimi düşünmekle ben hata ettim," alt dudağımı sarkıtarak kendimce pişmanlığımı gösteriyordum. Elinin üstüne koyduğum elimi tutup gülümseyince karşılık vermiştim.
"Seni çok sevdiğimi biliyorsun, değil mi?" Solgun yüzüne rağmen güzel gülümsemesi kalbinin içinde ki iyiliği kendi içimde hissettirmişti. Ah, benim saf kardeşim. Nasıl bu işlere bulaşabildin? "Sana bir şey soracağım ve bir şey isteyeceğim," ortamı bozan düz sesimle onunda ciddileştiğini görmüştüm. Kaşlarını kaldırarak "Nedir, Hyung?" dediğinde korkmaması için sert konuşmaya çalışıyordum. "Sana bu zıkkımı onlar mı verdi?" Sorumla beraber başını başka yöne çevirmesi bir olmuştu. Tutmuş olduğu elimi sallandırarak bana bakmasını sağlamıştım. Tereddüt bütün yüzüne yayılmıştı.
"Evet, onlar." Derin bir nefes alıp başımı sallamıştım. "Ne isteyecektin?" Bu konu hakkında düşünsem de artık kararsız kalmaya gerek yoktu. Bu hayatta herkes bedelini öderdi, bunu elbette biliyordum. İnsan yaşattığını ve kınadığını yaşamadan ölmezmiş. Hayatım boyunca felsefem haline getirmiş olduğum bir sözdü bu. Her yerinden gerçeklik akıyordu.
"Bana Beomgyu'nun numarasını ver."
***
Bir yandan kahvemi içip diğer yandan da telefonum da ki oyundan level atlamaya çalışıyordum. Oyun oynamaya bayılan biri değildim. Fakat sıkılınca mecbur kalıyordum. Bu oyunlarda Kai'den dolayı telefonumda yer edinmişti. Kendi oyunlarından istekler gönderiyor ve level atlatıyordu. Bunu hiç anlamasam da karışmamaya karar vermiştim. O da oyun oynayarak mutlu oluyordu.
"Sol yönden gidersen kutu önüne çıkar. Sağdan gittiğin için geçemiyorsun leveli," arkamda duyduğum sesle başımı kaldırıp baktığımda Beomgyu görmüştüm. Yüzünde pişkinlikten eser olmayan bir gülümseme vardı. Kaşlarımı çatarak ona bakarken o karşıma oturana kadar dediği gibi oynamıştım. İşe yaramıştı, leveli geçmiştim. Göz devirip telefonu masaya bıraktığımda kendine limonata söylemekle meşguldü. Onu aramış ve buluşmak için kafeye çağırmıştım.
"Teşekkürler," kısık sesle mırıldandığında gülerek "Rica ederim," demişti. Derin bir nefes alıp bitirdiğim kahvemi kenara koyup ona dönmüştüm. Ciddi halimden yapacağım konuşmayı dinlemek için yüzündeki gülümsemeyi silmişti.
"Seni buraya oturup kahve içmeye çağırmadığımı biliyorsun," kaşlarını kaldırıp gülerek başını sallamıştı. "Taehyun... Onu gerçekten seviyor musun?" Tek kaşımı kaldırıp gözlerinde ki ifadeleri okumak için gözlerimi kısmış onun cevabını bekliyordum. "Neden soruyorsun?" Gözlerini kaçırıp kafede ki insanlara baktığında bunun onun için ciddi bir konu olduğunu anlamıştım.
"Senin cevabınla ben de istediğimi alacağım çünkü," başını tekrardan bana çevirip yüzünü ekşitmişti. Konuşmak istemediği belliydi, bende zaten ona bayılmıyordum. Fakat istediğimi almak için buradaydım.
"Açık olacağım. Zaten en yakın arkadaşısın," dikleşip ellerini masanın üstünde birleştirdiğinde başımı sallayıp merakla dinlemeye başlamıştım. "Ailem beni umursamaz ve kendi istekleri doğrultusunda beni yetiştirir. Zaten soylarının devamı için doğmuşum, orası ayrı konu. Neyse ben kötü bir bunalımdayken onu görmüştüm. Nasıl derler..." Çenesini kaşıyıp düşünceli bir şekilde bakmıştı. "Kalbimin attığını hissettim. Sanki donmuş bir kalbe sahipmişim de o kalp çözünmüş gibiydi. Evet, Soobin. Taehyun'u cidden çok seviyorum," istediğim cevabı aldığımda zafer kazanmışcasına gülümsemiştim.
"Ne isteyeceksin?" Onunla ilk defa bu kadar düzgün bir şekilde konuşmamıza şaşırsam da anı bozmamak adına duruşumu değiştirmiyordum. Dirseğimi masaya yaslayıp ciddi bir yüz ifadesine büründüm.
"Taehyun'un senden nefret etmesini istemiyorsan, bana Yeonjun'un saklı defterini dökeceksin."
-
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Don't Say No | Yeonbin √
Fanfiction"Tesadüfen olduğunu düşünüyorsun ama başından beri vardın." *** Kapak tasarım; @beyzablnt