1. Bölüm: En Büyük Kağan

314 19 7
                                    

Küçük ve tahtadan yapılma eski ve boş bir evin içinde yirmi tane on yaşlarındaki çocuklar, her sırada beş kişi olmak üzere sıralanmıştı. Hepsi de bağdaş kurmuş bir şekilde mutlu gözlerle evin kapısına bakıyordu. Birkaç kişi aralarında konuşsa da diğerleri sessizliğe bürünmüş bir şekilde bekleyen gözlerini kapıya dikmişti. Herkesin içinde bir sevinç vardı. Bekledikleri kişi her kimse kalplerinde büyük bir yere sahip olmuş olmalıydı. Kimse saygısızlık edipte ayağa kalkmıyordu. Kimse " Acaba nerede kaldı ? " demiyordu.

Yerde bağdaş kurmuş yirmi kişinin de üzerinde ki giysiler neredeyse aynıydı. Herkesin üzerinde eskimiş beyaz renkte bezden örülme bir gömlek, altlarında ise çoğunlukla kapalı kahverengi renginde bir pantolon giyinilmişti. İlk bakışta çokta zengin ailelere sahip olmadıkları anlaşılıyordu. Birçok kişinin pantolonları küçük yamalar içindeydi. Buna rağmen yüzlerindeki mutlu bakış her şeyi unutmaya yetiyordu. On yaşlarında olmalarına rağmen yüzlerinde ki sertlik gözlerine vurmamıştı. Yada şuan mutlu göründükleri için gerçek doğalarını tamamen saklıyorlardı.

Herkes umut dolu gözlerle kapıya bakarken tahta kapı gıcırdayarak açılmaya başladı. Çocukların gözündeki sevinç bir anda arttı. Yüzlerinde oluşan gülümseme iyice genişledi. Sonunda bekledikleri an gelmişti.

Kapı gıcırdayarak açılırken odaya ilk baharda koca bozkıra yayılmış çiçeklerin taze kokusu dolmaya başladı. Her içine çektiğinde daha da kendinden geçiren bu mest eden koku aslında o kişinin habercisi gibiydi. Gözlerini kapatıp derin hülyalara daldıran bu kokuyla mutluluklarını bir nebze daha arttırıyorlardı. Bir kez daha yaşamak bu kadar mutluluk veriyordu.

Çürümeye yüz tutmuş tahta kapının açılmasıyla birlikte zemine sert bir ayak değdi. Koca ayak parçalanmış koyun derisine sarılmıştı. Tabanına gelen koyun derisi neredeyse yok olmak üzereydi. Buna rağmen yeni deri sarmak yerine ayağında ki koyun derisi tamamen çürüyüp parçalana kadar giymeyi yeğliyordu. Fakat bundan rahatsız değildi. Nede olsa çıplak ayakla bile gezse umurunda olmazdı.

Kapı tekrardan gıcırdayarak sonuna kadar açılıp tahta duvara çarpıp durdu. Tahta duvarda çıkan sesi duyan herkes bir anda ayaklanıp tek dizlerinin üzerine çöküp yumruklarını kalplerine koydular. Yüzlerindeki gülümsemenin yerini şimdi sert ve saygılı bir yüz almıştı. Yüzleri yere dönük bir şekilde kapıdan girecek kişinin oturmaları için izin vermesini bekliyorlardı.

Kapıdan giren iri cüsseli adam yavaşça yürümeye başladı. Genç birisi değildi. Uzun saçları ağarmış, sakallarına ak düşmüştü. Buna rağmen hala dinç ve sağlam görünüyordu. Sırtına büyük bir ayı postu geçirmişti. Hemen altında ise kurutulmuş deriden yapılma bir pantolon vardı.

Yaşlı adam sert bakışlarıyla herkesi süzmeye başladı. Bir kişi hariç herkes saygıyla kafasını eğmiş ses çıkarmadan karşısındaki kişinin oturmaları için izin vermesini bekliyordu.

Yaşlı adam herkesin yüzlerini tek tek incelerken en arkada ayakları gibi ellerini de bağdaş kurup uyuyan beyaz saçlı çocuğa gözlerini dikti. Hafif dağınık beyaz saçlarını tahta duvara dayayıp uyuyan çocuğa baktığı anda gözleri iyice kısılıp dişlerini sıkmaya başladı. Birkaç çocuk bile çaktırmadan nefretle beyaz saçlı çocuğa bakıyordu.

" UGAN !! HEMEN AYAĞA KALK !! "

Beyaz saçlı çocuk yavaşça gözlerini açıp kafasını indirdi. Üzerinde biriken gözlerin hepsi nefretle kendisine bakıyordu. Fakat çocuk bundan rahatsız olmamıştı. Sadece yavaşça ayağa kalkıp selam verdi. Boş gözlerini duygusuzca kaldırıp önündeki yaşlı adama bakarken bile hiç duygu belirtisi göstermiyordu.

" Özür dilerim Tardu Dede... "

Yaşlı adam iyice sinirlenmeye başladı. Çocuğun bu kadar sade bir dille dalga geçer gibi özür dilemesi iyice sinirlerini bozmuştu.

" TARDU DEDE DEĞİL !! TARDU ATA DİYECEKSİN !! "

Çocuk yeniden duygusuz bir yüz ifadesiyle özür dilemeye başladı.

" Özür dilerim Tardu Ata. "

Yaşlı adam aldığı derin nefesi sert bir şekilde burnundan vermeye başladı. Fakat yapacak bir şey yoktu. Artık alışmaya başlamışlardı. Çocuk sadece karşısındaki yaşlı adama böyle davranmıyordu. Neredeyse herkese böyleydi.

Yaşlı adam eliyle onaylar bir şekilde herkese oturmasını söyledi. Herkes bu anı bekliyormuş gibi hızlıca oturup bağdaş kurdular. Umutla bekleyen gözleri adamın gözlerinin içine bakıyordu. Herkes sevinçle adamın söyleyeceklerini dinlemek için sabırsızlanıyordu.

Yaşlı adam yavaşça elinden destek alarak yere bağdaş kurarak oturdu. Herkesin umut dolu bakışlarla kendisine bu kadar şefkatle bakması istemsizce yüzünde mutlu bir gülüşe sebep oluyordu. Her gün işinden gücünden birazda olsa uzaklaşıp küçük çocuklara hikaye anlatmak için bu eski evde toplanıp çocukları etrafına toplardı. Bu onun şu garip hayatında ki tek eğlencesiydi.

Çocuklar umutla bakarken yaşlı adam gülümseyerek çocuklara her gün sorduğu gibi aynı soruyu sordu.

" Aynı hikayeyi mi anlatayım ? "

Çocuklar hep birlikte kafalarını salladılar. Adamın mutlulukla dolu yüzünden büyük bir kahkaha patladı.

" HAHAHAAH !! AYNI HİKAYEYİ DUYMAKTAN BIKMADINIZ MI ? "

Çocuklar gülümseyerek bıkmadıklarını söylemek yerine kafalarını salladılar. Adamın yüzünde her gün ki gibi sevimli bir gülümseme oluştu. O kadar sert yüzün altında vicdanlı bir kalp yatıyordu.

" O zaman aynı hikayeyi birkez daha anlatıyorum, iyi dinleyin... "

Bir anda bütün odayı ciddi bir hava kapladı. Herkes pür dikkat yaşlı adama odaklanmıştı. Aynı hikayeyi hergün dinlemelerine rağmen birkez bile farklı hikaye duymak istememişlerdi. Çünkü bu hikayeyi o kadar çok seviyorlardı ki her saat dinleseler bile sıkılmazlardı. Çünkü bu hikaye devletleri yıkılmadan önceki büyük Kağanı anlatıyordu. Yaşlı adam Büyük Kağanın hikayesini o kadar güzel anlatıyordu ki kendisi bile her anlatışında yüzünde kocaman bir gülümseme oluşuyordu.

Yaşlı adam ciddi bir ses tonuyla anlatmaya başladı.

" Şimdi size anlatacağım kişi Bartu Hükümdarlığının en şanlı ve bir o kadarda şansız Kağanının hikayesidir...

Fazla değil... bundan kırk sene önce dünyaya bir çocuk geldi. Bütün halk o çocuğu görmek için hanedanlığın önünde toplanmaya başladı. Çünkü yıllardır çocuğu olmayan Pekin Han'ın ilk kez bir çocuğu olmuştu. Bunun şerefine hanedanlığın önünde toplanan halka çuval çuval altın dökmeye başladı. Bütün halk sevinçler içinde altınları toplarken doğan çocuğa övgüler ve sağlık dilekleri yağdırıyorlardı. Pekin Han sevinçler içinde çocuğunu Hanedanlığın dört tarafında gezdirmeye başlamıştı. Bütün ulaklar hükümdarlığın dört bir tarafına dağılıp bütün şehirlere aynı haberi götürmeye başladılar. Bütün şehirlerde altınlar, giysiler ve silahlar dağıtılıyordu. Bütün halk sevinçler içinde yeni doğan çocuğun adını haykırmaya başladı ; ÇOK YAŞA KUTAY ŞAD...

Yeni doğan çocuk yıllar geçtikçe büyümeye başladı. Sekiz yaşlarında babasıyla birlikte kımız içti, on yaşlarında ise yetişkin adamlarla eşit seviyede kılıç dövüştürmeye başladı. Büyüdükçe yağız bir delikanlıya dönmeye başladı. Vurduğu kılıç darbeleri ağaçları ikiye bölüyordu. Tuttuğu gürzleri üç kişi bile tek başına kaldıramıyordu. Attığı oklar kilometrelerce gidip hedefi hiç şaşmıyordu. Bütün hanedanlık ona hayran kalmaya başlamıştı. Sadece hanedanlık değil, komşu krallıklar, imparatorluklar bile genç çocuğu görmek için uzun yollardan gelip Pekin Han'ın sarayında misafir kalıp, genç çocukla kılıç tokuşturmak istiyorlardı.

Genç efendi büyüdükçe iyice güçlendi. Fiziksel gücü hanedanlıktaki herkesi geçince daha da güçlenmek için dağları ovaları gezip gerçek bir Kam (büyücü ) aramaya başladı. Fakat Kam bulmak o kadarda kolay değildi. Çünkü onlar en ücra köşelerde saklanıp kimseye gözükmezlerdi. Ancak onlar istediği vakit sen onları bulabilirdin.

Kutay şad günlerce, aylarca hatta yıllarca şehir şehir gezip Kam aradı. Herkes Kutay Şad'ın bu haline yakınsa da onu tutacak kimse yoktu. Onun gibi yağız bir delikanlıyı kimse zapt edemezdi. Aklına bir şey koyduysa yapardı. Kimse gerçek bir Kam bulacağına inanmasa da Kutay Şad'ın bu yoldan döneceği yoktu. Çünkü Tanrı bunca zamana kadar hep yanında olmuştu. Her zamanki gibi yine yanında olacağına inanıyordu.

TANRI SOYUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin