Kutay Şad çaresiz bir şekilde dağ dağ, şehir şehir gezerken sonunda kocaman bir mağaranın önünde kendini bulmuştu... Kocaman mağaranın etrafı altınlarla süslenmişti. Normal bir insanın mağaraya bakarken bile ağzının suyu akardı fakat Kutay Şad sakince mağaraya yöneldi. Mağaranın içi dolgun sarı renkte ışıl ışıl parlıyordu. İlk gördüğü anda buranın bir altın madeni olduğunu anlayan Kutay Şad yavaşça mağaranın içine doğru yönelmişti. Emin adımlarla mağaranın içine doğru yürürken bir anda kendini kocaman bir odanın içinde bulmuş ,altın duvarlardan dağın içine oyulmuş güneş girmeyen bu oda ışıl ışıl parlıyormuş. Sanki güneş gökten inmiş de bu odanın içine girmişti.
Kutay Şad şaşkınlıkla odayı süzerken odanın ortasında bağdaş kurarak oturmuş bir adam gördü. Adamın iri bedeninin üstü tamamen çıplaktı.
Kutay Şad yavaşça adama doğru yönelmiş. Adamın uzun beyaz sakalları neredeyse yere değiyormuş. Uzun örgülü beyaz saçları ise beline değiyormuş. Kutay Şad biraz daha yaklaştığı anda yaşlı adam konuşmuş
" Bende seni bekliyordum delikanlı. "
Kutay Şad şaşkınlıktan uzun süre konuşamamış. Kendini toparladığında ise adama tek bir soru sormuş.
" Sen Kam mısın ?"
Adamın yüzünde büyük bir tebessüm oluşmuş.
" Sen Kutay Şad'san bende Kamım... "
Kutay Şad iyice heyecanlanmaya başlamış. Kamaların gerçek gücünü kendisi bile tam olarak kestiremiyormuş. Fakat onlar gibi olabilmek en büyük hayaliymiş.
Kutay şad tek dizinin üzerine çöküp saygıyla selam vermiş.
" Lütfen beni eğitin !"
Büyük kam Kutay Şad'ı yirmi yaşına kadar eğitmiş. Kutay Şad mağaradan çıktığında kocaman bir delikanlıymış. Fakat tek değişen şey yüzü ve vücudu olmamış. Geçen beş senede doğayı sevmiş, ona bağlanmış ve gerçek bir kamın gücünü elde etmiş. Doğa ona gerçek gücünü bahşettiği gibi Genç efendide gücünü doğaya bağlamış. Geçen beş senesinde bütün gücünü doğadan almış, ona çalışmış, onun bir parçası olmuş. Böylelikle hem vücudu gelişmiş hem de içindeki güç...
Kutay Şad mağaradan çıktığında sonsuz bozkırın nazik ellerinde bulmuş kendini. Uzun zamandır bozkırın taze kokusunu ciğerlerine çekmediği için bir an derince çekmiş içine. Geçen senelerin ardından en çok özlemini çektiği şeylerden biriside bozkırın nazik kokusuymuş. Sararmış otların arasında gezinirken ellerini sararmış otlara sürerek yürümesini özlemiş. Bu yüzden kendini bozkıra bırakıp uzun bir süre yürümüş. Hatta hanedanlığa varana kadar gece gündüz demeden yürümüş. Günlerce yüce dağları aşmış, engin ovaları geçmiş, azgın nehirleri atlamış... sonunda kendini hanedanlığın kapısının önünde bulmuş.
Kutay Şad evine dönmenin sevinciyle yanıp tutuşurken koca hanedanlığın kapısı açılmaya başlamış. Kapı açılırken önünde beliren askerler kocaman bir yol oluşturup Kutay Şad'a sarayın kapısına kadar yol oluşturmuşlar. Bütün halk Kutay Şad'ı görebilmek için oluşturulan yolun yanlarında birikip sevinçle ve gözyaşlarıyla Kutay Şad'ı selamlamaya başlamış. Fakat bu kadar sevincin ardından askerlerin yüzündeki acı ifade Kutay Şad'ı en çok etkileyen şey olmuş. Bütün halkın yüzü gülüyormuş fakat gözlerine baktığında neredeyse hepsinin gözlerinin içi çukurlaşmış ve gözlerinin altları morarmış biçimdeymiş.
Kutay Şad bu uzun yolda yürürken başına yağan çiçeklere aldırmadan sarayın yolunu tutmuş. İçindeki burukluk giderek artıyormuş fakat hiçbir şey söylemeden yürümeye devam etmiş.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TANRI SOYU
FantasyTanrı soyu olarak bilinen üç ırkın birleşiminden oluşan soy dünyada ki en büyük gücü elinde tutuyordu. Lakin bu soyun sadece efsanelerde anlatıldığı ve bu soydan kimsenin bulunmadığı biliniyordu. Bu soyun en belirgin özelliği doğuştan beyaz saçlı ol...