5. Bölüm: Beyaz Minik

96 12 0
                                    

Ugan boğazını düğümleyen hıçkırıklarla uzun süre koştu. Yorgunluktan ayakları ağrımaya başlasa bile koşmaya devam etti. Gözlerinden akan yaşlar sürekli gözlerinin bulanmasına neden olsa da önüne bile bakmadan koşmaya devam etti. Ellinin tersiyle gözlerini silecek zamanı bile yoktu. Çünkü sadece koşmak istiyordu. Uzaklaşmak istiyordu. Çünkü uzağa gitmek bazen ölmekten bile daha kesin bir çözümdü. Beyninin yerine ayaklarının seni yönlendirmesi bazen en doğru şeydi. Beynini, duygularını bir kenara atıp sadece kaçmak bazen en doğru karardı. Çünkü sana zarar verecek şeylerden kaçmak her insan için doğal bir şeydi. Zarar veren şeyin fiziksel veya ruhsal olması önemli değildi. Sonuçta hepsi de insanı yıpratıyordu.

Koca ağaçların dallarına sertçe çarparak koşan Ugan koşmaktan değil de kollarında açılan yaralardan dolayı bitkin bir şekilde kendini kocaman bir ağacın kavuğuna yasladı. Şişmiş göz altları yavaş yavaş morarmaya başlamıştı. Gözlerinden akan yaşlar elmacık yanaklarının üzerinde iz oluşturmuştu. Yorgunluk yüzünden hızlı hızlı nefes alırken derin nefes alışları göz yaşları ve hıçkırıklara boğuluyordu. Şuan aşağılanmaktan bile daha beter hissediyordu. İnsanların kendi soyunu bırakıp, kendi topraklarını bırakıp başka hükümdarların boyunduruğu altına girmek istemesi affedilemezdi. Coşkuyla babasının hikayelerini anlatıp, öğütlerini gururla çocuklara aşılayıp da arkasından bütün sözlere ve öğütlere ihanet edilmesi affedilemezdi. Sanki başka devletlerin emrinde daha mutlu olacaklardı. Sanki başka devletlerin emrinde sürgün hayatı yaşamayacaklardı. Dünya böyle bir yerdi. Kimse nedensizce tanımadığı insanlara yardım etmezdi. Elbette bir çıkarı olmalıydı.

Ugan derin derin aldığı nefeslerin ardından son bir kere daha derin bir nefes aldı dışarı bütün gücüyle üfledi. Artık derin derin nefes almıyordu. Sadece boş gözlerle akşam olmaya yakın olan gökyüzüne önemsizce bakıyordu. Yaşamak bu kadar zor olmamalıydı. Herkes kendisinden umudu kesmişti. Aslında o kadarda beceriksiz biri değildi. Sadece kılıçla savaşmak yerine kendi güçlerini kullanmak istiyordu. Fakat dedesinin bu konuda tek söylediği şey güçlerini kimseye göstermemesiydi. Çünkü böyle bir gücün varlığı diğer devletler tarafından öğrenilirse Ugan'ı kaçırmak isteyebilirlerdi. Yada doğrudan savaş açıp zorlanmadan onu alıp götürebilirlerdi. Böylece Bartu Hanedanlığı sonsuza kadar yok olmuş olacaktı. Sadece Ugan'ın biraz daha büyümesi gerekiyordu. Biraz daha büyüyüp gerçek bir erkek olması gerekiyordu. O zaman gerçek bir kağan olup hayallerini gerçekleştirebilirdi. Tabi o zamana kadar Bartu Hanedanlığı kalırsa...

Ugan üzerinde ki beyaz bezden yapılma gömleği yavaşça düğmelerini açarak çıkarmaya başladı. Her düğmeyi açışında sağ omzunun üzerinde yaraya benzeyen bir iz çıkıyordu. Gömlek omuzlarından düştükçe yara izi daha çok yanığa benzemeye başladı. Fakat rastgele bir yanık izi gibi değildi. Sanki alev desenleri omzuna işlenmiş gibiydi.

Ugan gömleği tamamen çıkardığında alev desenleri sağ omzundan başlayarak sağ kolunu neredeyse her yerinde bulunduğu göründü. Hatta elinin üzerinde bile birkaç çizgi vardı. Sağ kolu tamamen izlerle doluydu. Ugan sağ kolunu tutarak birkaç kez eliyle ovdu.  Gözleri sağ kolunun üzerinden hiç ayrılmıyordu. Diğer elini sağ elinin üzerindeki izlere sürerken ölü gözleriyle koluna bakmaya devam ediyordu. Yüzünde ne üzgün ne de mutlu bir ifade vardı. Yüzüne tamamen boş bir ifade takınmıştı. Sanki şuan hiçbir şey umurunda değildi.

Ugan'ın dudakları yavaşça oynadı. Sesi her zamankinden daha kısık çıkmıştı.

" Senin yüzünden ! Sen olmasaydın belki böyle olmazdım ! "

Ugan biraz durduktan sonra gülmeye başladı. Yüzünde acı bir tebessüm oluşuyordu.

" Kolumla konuşmaya başladım. Sapıtıyorum galiba... "

Ugan sırtını iyice ağacın kavuğuna yaslayıp gökyüzü izlemeye başladı. Yüzünde üzgün bir ifade yoktu. Sadece gökyüzüne bakıyordu. Yalnız kalmak şuan istediği en büyük hediyeydi. Zaten istese de kendisini rahatsız edecek kimse yoktu. Zaten doğduğundan beri yalnızdı. Bu yüzden kafasına fazla takmasına gerek yoktu. Çünkü şuan istediği şeyin olmama ihtimali yok gibiydi. Tek yapması gereken sırtını ağaca yaslayıp gözlerini kapatmaktı. Böylelikle herşey siyaha boğulacak ve yalnız karanlığı ve kendisi kalacaktı. Kulakları gökyüzünde uçuşan kuşları duysa bile gözlerini açıp bakma gereği duymayacaktı. Çünkü o karanlığın içinde herşeyi görüyordu. İşte karanlığın en güzel yanı buydu. Sen istemesen bile o karanlığın içinde bütün şekiller oluşuyordu.

Ugan sırtını yaslayıp, derin bir nefes aldı. Ardından gözlerini kapatıp huzur içinde gülümsedi. Bunca sene yalnız kalınca kendisiyle konuşmaya başlamıştı. Hatta bunu bir kademe arttırmış ve gözlerini kapatıp kendisinden bir tane daha oluşturuyordu. Böylelikle hayalindeki kişi ile konuşup bütün dertlerini ona anlatabiliyordu.

" Miyavv !! "

Ugan tam en güzel hayallere dalmışken yanından gelen sesle irkilip gözlerini açtı. Kafasını direk sesin geldiği yöne çevirdi. Dizlerinin hemen dibinde yeni yeni yürümeye başlamış beyaz bir kedi geziyordu. Annesini arar gibi miyavlarken sendeleyip Ugan'ın dizine çarpıyordu. Ardından kendini toparlayıp paytak paytak yürümeye başlıyordu. Ugan kediyi görünce bir duraksadı. Ormanda fazla kedi görememişti. Daha doğrusu ormanda hiç kedi görmemişti. Sadece dış ülkeleri gezen tüccarların getirdiği kedileri görmüştü Fakat hiç dokunmamıştı bile. Sadece demir parmaklıkların ardındaki kedileri izleyerek yetinmişti. Şuan ise tam yanında küçük bir kedi vardı. Hem de kendisi gibi bembeyazdı. Kedinin tüyleri tıpkı beyaz saçları gibi düşük güneş ışığında parlıyordu. Paytak paytak gezerken de çok tatlı görünüyordu. Ugan umursamaz bakışlarla kediye baksa da içinde ufakta olsa birşeyler değişmişti.

Ugan elini yavaşça kediye doğru götürdü. Yavaşça kafasını sevmek istedi fakat kedi bir anda hırçınlaşıp tüylerini ve kuyruğunu dikleştirmeye başladı. Daha çıkmamış pençeleriyle Ugan'ın elini tırmalamaya çalışıyordu. Fakat pençeleri Ugan'ın elinde iz bile oluşturmuyordu. Ugan kedinin bu halini görünce elini yavaşça çekip bir daha arkasına yaslandı. Yüzündeki üzgün gülümseme ifade net bir şekilde belli oluyordu.

" Fark etmez...Sen de benden uzak durabilirsin. "

Ugan yavaşça gözlerini kaldırıp gökyüzüne bakarken elinde tekrardan küçük pençe izleri hissetmeye başladı. Yavaşça kafasını eline doğru çevirdiğinde beyaz kedi bu sefer oyun oynar gibi Ugan'ın eline pençe atıp ardından patilerini çekiyordu. Ugan yavaşça kediyi sırtından tutup havaya kaldırdı. Kedinin gözlerine dikkatlice baktığında iki gözünün de farklı oluğunu gördü. Bir gözü mavi diğeri ise yeşildi. Buna rağmen daha tatlı görünüyordu. İster istemez Ugan'ın yüzünde belirsiz bir gülümseme oluşmuştu. Biraz da olsa kalbi ısınmıştı. Yavaşça kediyi dizine koyup eliyle kafasını sevmeye başladı. Kedi annesinin yanındaymış gibi birkaç kez miyavladıktan sonra Ugan'ın dizinde kıvrılıp uyumaya başladı. 

Ugan tek eliyle kediyi severken nehrin sesini ve kuşların ötüşlerini dinlemeye başladı. Huzurlu bir hava bütün kalbini sarmaya başlamıştı. Belki de hayatta tek istediği buydu. Aslında kağan olmak bile o kadar önemli değildi. Tek istediği güzel ve mutlu bir hayattı. Fakat bu haliyle imkansız gibiydi. Çünkü bela kendisini çekiyordu. Sanki bela mıknatısıydı.

Ugan tam huzura kavuşmuşken az uzağından yükselen bir kükreme ile irkilip hızlıca ayağa kalktı. Beyaz kedi kendisinden önce ayaklanıp direk yere atlamıştı. Şimdi tekrardan kuyruğunu dikleştirip hırçınlaşmaya başlamıştı. Fakat bu sefer ormana doğru bakıyordu. Kükremenin sesinden dolayı gelen şeyin ne kadar büyük bir şey olduğu hissediliyordu. Fakat Ugan sadece kükremenin sağır edici sesinden dolayı üzerinde doğru gelen şeyin ne kadar büyük bir şey olduğunu anlamamıştı. Ruhunu daraltan karanlık, üzerine uyguladığı basınçtan dolayı üzerine gelen canavarın nasıl bir şey olduğunu anlayabiliyordu.

Ugan kendi kendine söylenmeye başladı.

" Bir rahat bırakın be ! "

Ugan birkaç kez etrafına baktıktan sonra ormana doğru emin adımlarla yürümeye başladı. Ufak kedi hala hırçın bir şekilde ağacın arkasında duruyordu.

" Merak etme ufaklık işim hızlı biter. "

Ugan emin adımlarla yürürken sağ elindeki izler mavi bir ışıkla parlamaya başladı. Parlayan ışık alev şeklinde Ugan'ın kolundan başlayarak kalın bir ip gibi bütün bedenini sardı. Masmavi gözleri bir kez daha alev gibi yanmaya başladı.

TANRI SOYUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin