Ugan bir eliyle yüzünü kaşırken önüne bile bakmadan düşünerek yürüyordu. Ağaçların arasından geçerken ağaçlara çarpmamak için saniyelik önüne bakıyor ardından yoluna devam ediyordu. Kulakları bütün doğaya kapanmıştı. Beyniyle alıp veremediği bir şey varmış gibi arada bir yumruğunu kafasına geçiriyordu. Etrafta kimse olmadığı için şanslı sayılırdı. Yoksa insanlar arkasından deli demeye başlardı.
" Ne oldu ya !! HATIRLAMIYORUM !! DÜN GECE NE OLMUŞTU... APTAL KAFAM !! "
Ugan kafasına bir yumruk daha attıktan sonra bir sesle irkildi.
" Bence sorun kafanda değil. Bu gidişle gerçek bir aptal olacaksın. "
Ugan bir anda durup etrafına bakmaya başladı. Solunda ki ağacı altına uzanmış siyah ceketli adam ağzına sıkıştırdığı ot ile durmadan gökyüzüne bakıyordu. Konuşurken Ugan'ın yüzüne bile bakmamıştı. Belki yoldan geçen kişinin Ugan olduğunu bile bilmiyordu. Fakat bilmese kafasına vurduğunu da bilemezdi. Değişik bir adama benziyordu.
" Onbaşı Pençe Esen.... Sizin av da olmanız gerekmiyor mu ? "
Ugan karşısındaki adamın boş mavi gözlerine baktı. Yüzündeki Uzun pençe yarası ilk bakışta bile net bir şekilde belli oluyordu. Hatta bu yüzden bu lakabı almıştı. Ugan kendisini tanıdığından beri bu adamın yüzünde kocaman bir pençe yarası vardı.
" Esen demen yeterli... Ne de olsa küçük Beyliğimizin sınırları içinde değiliz. Burada ne soy var ne de rütbe, sadece ikimiz varız, Ugan Kutluk..."
Ugan sessiz gözlerle karşısında ki adamı kesmeye başladı. Ölü gözleri gökyüzünün üzerinden hiç kalkmıyordu. Küçüklüğünden beri bu adamdan hep tırsmıştı. Şuan ise hiç beklemediği bir anda önünde belirmişti. İçindeki huzursuzluk yüzüne vuruyordu. Bu adam tekin biri değildi.
" Üzgünüm Onbaşı... Siz benim için her yerde Onbaşı olarak kalacaksınız. Hem burada hem de Küçük Beyliğimiz de... "
Ağaca yaslanmış adam gülümseyerek ağzındaki otu çiğnemeye başladı. Gülümserken yüzündeki yara gerilip iyice korkunç bir şekle bürünüyordu.
" Beklide haklısındır fakat önemli değil. Sonuçta hepimiz bu dünyada yalnızız... en güçlü hükümdar bile küçük bir adamın zehri ile ölebilir. Rütbe hiçbir şeye yaramaz, önemli olan senin kendine biçtiğin rütbendir. Sen bir hükümdarın seviyesine çıkamadıktan sonra hükümdar olmanın hiç bir anlamı yok !"
Ugan'ın yüzü hafiften terlemeye başladı. Beyni tehlike sinyalleri ile doluyordu fakat kaçmak için bir sebep yoktu. Bu adamın sözleri tekin olmasa da henüz bir şey olmamıştı.
" Haklısın... "
Ugan fazla bir şey söylemedi fakat ağaca dayanmış adam ilk kez yüzünü Ugan'a döndü. Yüzünde ki belirsiz ifade Ugan'ın hoşuna gitmemişti. Sinsi bir adam olduğu çok belliydi fakat ölü gözleri yüzünden bir şey anlamak mümkün değildi.
Adam yaslandığı yerden kalkıp Ugan'a doğru yürümeye başladı. Ugan'ın yüzü sararmaya başlamıştı. Üzerine gelen tehlikeyi hissetmesine rağmen hiçbir şey yapamıyordu. Olduğu yerde donup kalmıştı. İçinden yardım çığlıkları atıyordu fakat ağzı oynamayacak kadar güçsüzdü. Yaşlanmış yeşil ağaçların arasında yalnızca Onbaşı ve kendisi bulunuyordu. Bağırsa bile ormanın bu kadar iç taraflarında kimse kendisini duyamazdı.
Ugan'ın yüzünden soğuk terler akarken karşısındaki adam yavaşça yumruğunu sıktı ve yavaşça Ugan'ın üzerine doğru yumruğunu sürmeye başladı. Ugan duraksayıp üzerine doğru gelen yavaş yumruğu incelemeye başladı. Bu yumruk can yakmak için değil gibi görünüyordu.
Adam yumruğunu Ugan'ın kalbine dokundurup kocaman gülümsedi. Ne kadar tatlı gülümsemeye çalışsa da yüzünde ki koca yara yüzünden korkunç bir hale bürünüyordu. Gülümsemek bu adama hiç yakışmıyordu.
" Sana güveniyorum ufaklık... Her ne kadar beceriksiz biri gibi görünsen de bu kalbin içinde yatan güce güveniyorum. Büyümeni bekleyeceğim ve günü geldiğinde bütün soyum ile birlikte sana destek olacağım. Sen sadece güçlen... "
Ugan şaşkın bir şekilde adamın yumruğuna baktı. Şefkatle kalbine dokundurulmuş bir yumruğu ilk kez görüyordu. Daha doğrusu ilk kez hissediyordu. Kendisine güvenen insanların olmasını hiç düşünmüyordu. Fakat azda olsa kendisi gibi birine güvenen insanlar da varmış. Ugan kalbinde ki duyguları gizlemeye çalışsa da yüzü istemsizce gülümsüyordu.
" Teşekkür ederim Onbaşı... desteğinize güveneceğim. "
Adam elini Ugan'ın göğsünden çekti. Yüzü eski ölü haline dönmeye başlamıştı. Yüzündeki umursamaz ifade birazda olsa Ugan'ın yüz ifadesine benziyordu. Ugan'ın yüz ifadesinden tek farkı daha korkunç olmasıydı.
Onbaşı yavaşça altına uzandığı ağaca doğru yürümeye başladı. Yavaş adımlarla yaşlı ağaca doğru yürürken bir yandan da Uganla konuşuyordu.
" Bu ülke.... Daha doğrusu ülkeden kalan kalıntılar yok olmak üzere. Çok geçmeden savaşın kucağında kendimizi bulacağız. Tabi sen üç gündür uyuduğun için hiçbir şeyden haberin yok. "
Ugan bir an duraksayıp ağzını açtı fakat konuşmadan ağzını kapattı. Kaşlarını çatıp düşündükten sonra tekrar ağzını açtı.
" Üç gün mü ? Şaka yapıyorsun herhalde. Kimse üç gün aralıksız uyuyamaz ! "
Onbaşı yavaşça ağaca yaslanıp kollarını yastık gibi kafasının arkasına yasladı. Huzurlu bir ifade ile gökyüzünü izliyordu.
" Üç gün içinde neler olduğundan haberin yok değil mi ? "
Ugan kafasını sallayarak olmadığını belirtti. Fakat yüzünde endişeli bir ifade vardı.
" İki gün önce Altın Ordu Krallığı'nın bir grup elçisi bizim Hanedanlığa uğradı ve yeterince yiyecek ve çocuk karşılığında bize destek olacaklarını belirttiler. Aynı zamanda Kara Boğaç Hanedanlığı ile savaşlarında onlara destek vermemiz gerektiğini dile getirdiler. "
Ugan kaşlarını çatıp Onbaşının yüzüne bakmaya başladı.
" Ne amaçlı destek olacaklarmış ki ! Bizim desteğe ihtiyacımız yok ! Peki desteklerini reddedersek ne olur ? "
Onbaşı gülümseyerek gökyüzüne bakmaya devam etti.
" Hepimizi yok edeceklermiş.... Ve bunu yapabilecek güce sahipler ... "
Uga'ın beyni terörle dolmaya başladı. Yok edilmekten bahsediyordu. Zaten küçük bir topluluktan başka birşey kalmamıştı. Eğer gerçek bir savaşa girişirlerse gerçekten yok edileceklerdi.
" Kara Boğaç Hanedanlığı bize yardım edecektir. Nede olsa onlara karşı savaşmamızı istemez değil mi ?""
"Pek sanmam ! Bir sürü askerini küçük bir topluluk için heba edemez... Aynı zamanda Kara Boğaç Kağanı savaşı kazanacak güçte, eğer savaş burada gerçekleşirse hem biz zarar görürüz hem de Kara Boğaç Hanedanlığı savaşı kaybeder. Çünkü bu Hanedanlık dört tarafı dağlarla çevrili küçük bir alan. Bu Hanedanlığa girmenin tek yolu küçük bir vadiden iki atın bile yan yana yürüyemeyeceği kadar küçük bir yoldan geçmektir ve vadinin üst tarafına çıkan ilk devlet savaşı kazanır. Şimdi bu bölgenin stratejik olarak ne kadar üstün olduğunu anladın mı ? Altın Ordu buraya sadece üç hafta uzaklıkta fakat Kara Boğaç Hanedanlığının buraya ulaşma süresi en az bir ayı bulur. Bu Kara Boğaç Hanedanlığının intiharından başka bir şey olmaz. Bu yüzden Kara Kağan bizi koruma taraftarı değil. Anlıyor musun ? "
Ugan dişlerini sıkarak yere bakmaya başladı. Bu bölgenin neden bu kadar önemli olduğunu şimdi anlıyordu. Fakat önemli olan bu değildi. Ölüm bir nefes kadar yakındı. Eğer bir Altın Ordu devleti ile bir savaş patlarsa stratejik konumları bile yenilmelerine engel olamayacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
TANRI SOYU
FantasyTanrı soyu olarak bilinen üç ırkın birleşiminden oluşan soy dünyada ki en büyük gücü elinde tutuyordu. Lakin bu soyun sadece efsanelerde anlatıldığı ve bu soydan kimsenin bulunmadığı biliniyordu. Bu soyun en belirgin özelliği doğuştan beyaz saçlı ol...