13.BÖLÜM: İksir(2)

42 5 2
                                    

" İlk önce dedemin yanına gitmeliyim. Şimdi beni merak etmiştir. "

Ugan bedenindeki enerjiyi atmak için hızlı yürümeye başladı. İçi içine sığmıyordu. Bu iksirin etkileri gerçekten harikaydı. Yıllardır ilaç yapımı ile uğraşıyordu fakat iksir yapmayı hiç denememişti. Bilge Ana'nın böylesine zehirli bir hayvanı kullanarak iksir yapması Ugan'ı çok şaşırtmıştı. Bunu asla denemezdi. Çünkü zehirli havanların ilaca ne gibi yan etkiler yükleyeceğini kestiremezdi. Bu tehlikeliydi. Böyle bir riski alamazdı. Birde bunu dedesi kullanacaksa bu riski asla almazdı. Çünkü dedesi bu dünyada kalan son dayanağıydı. Onu da kaybederse dünyasını kaybederdi. Eğer dünyasını kaybederse yaşamak için bir nedeni kalmazdı. Bu hayatta en çok istediği şey bir kere bile olsa dedesini gururlandırıp, ona ne kadar iyi bir torun olduğunu göstermekti.

Ugan geldiği yoldan hızlı bir şekilde dönerken koca ağaçların arasından hızlıca kafasını eğerek geçti. Ağaçların azaldığı yerde kendi ve dedesinin küçük evini gördü. Dedesi kendi ve torununun evini şehrin içine yapılmasını istememişti. Ugan ise nedenini hiç sormamıştı. Fakat böylesi daha iyiydi. Hem nehre daha yakınlardı hem de avlanmak için ormanın iç kısımlarına... Böylelikle yeme ve içme sorunları bir nebze de olsa çözülüyordu. Diğerleri gibi gününün büyük kısmını şehre kadar su taşıma zorunda kalmıyordu. Bu yerde birazda olsa yalnızlık çekse de zaten şehrin içinde de yalnız olacaktı. Bu yüzden yerinden dolayı hiç yakınmamıştı. Hatta sevdiği bile söylenebilirdi.

Ugan evin küçük basamaklarından zıplaya zıplaya çıktıktan sonra sevinçle kapıyı açıp dedesine seslendi;

" Dede bak ormanda ne buldum. Hem de çok tatlı !"

"Öhööö ! Öhöö ! Ugan... sen misin ? "

Ugan'ın gülecen yüzü bir anda silindi. Bir anda ayakları hızlanmaya başladı. Dedesinin öksürükleri bugün daha da şiddetliydi. Öksürürken sanki boğazı parçalanıyordu. Ugan bir hışımla hızlanıp dedesinin yer yatağının yanına çöktü. Dedesi yarı açık gözleriyle Ugan'ı tanımaya çalışıyordu. Ugan dedesinin elini tuttuğu anda yaşlı adamın yüzünde acı bir tebessüm oluştu.

" Seni çok merak ettim evlat. Nerelerdeydin ? Lütfen böyle çekip gitme ! Biliyorsun çok merak ediyorum."

Ugan'ın yüzü iyice düştü. Gözleri iyice dolmaya başladı. Dedesinin bu halini görünce yüreği bir anda parçalara ayrıldı. Yüzü neredeyse çökmüş. Derisi kemiğe yapışmış bu yaşlı adamın gülümsemeye kalkışması bile insana hayatı sorgulatıyordu. Acı çeken insan isyan ederdi ve bu isyan sadece kendisi için olurdu. Fakat bu yaşlı adamın bu halde olmasına rağmen tek düşündüğü şey torunuydu. İşte Ugan buna üzülüyordu.

Yaşlı adam Ugan'ın elini sıkıca tuttu. Yavaştan kafasını kaldırmaya çalıştı fakat kafasını o kadar ağır hissediyordu ki kaldıramayacağını anlayınca tekrardan koyun derisinden yapılma yastığına koydu. Konuşmak isterken üst üste gelen öksürükler konuşmasını engelliyordu. Buna rağmen Ugan iki eliyle dedesinin elini sıkıca tutup onun söyleyeceklerini hüzün akan gözleriyle beklemeye başladı. Yaşlı adam birkaç öksürüğün daha ardından cızıltılı çıkan sesiyle konuşmaya çalıştı. Fakat konuşurken çok zorluk çekiyor gibi görünüyordu.

" Evlat... Beni dinle... Buradan kaç... Savaş gelmeden... kaç ve git... Beni bırak... Dediğimi yap... Evlat !"

Yaşlı adam derin nefes ala ala konuşurken Ugan kızarmış gözlerini adamın yüzünden bir an olsun bile ayırmamıştı. Sabırla dediklerini dinlemişti. Fakat böyle bir şey yapmanın ihtimalini bile düşünemezdi. Böyle bir şey olamazdı. Bu dünyada kalan son dayanağını da bırakıp gidemezdi. Dedesinin bunu söylemesi bile gereksizdi. Böyle bir şeyin olmayacağını Ugan'dan daha iyi biliyordu. Fakat kendini koca bir kum çuvalı gibi gereksiz hissettiğinden içindeki duyguları dökmek istemişti. Fakat bilmediği tek şey onun nefesi bile yetiyordu. Onun nefes sesini bile duymak Ugan'a özgüven aşılıyordu. Ugan'ın böyle bir şey yapması için önce kendinden vazgeçmesi gerekiyordu.

Ugan elini yaşlı adamın göğsüne dayadı. Avucu yaşlı adamın göğsüne değdiği anda avucundan çıkan beyaz ışık süzmesi yaşlı adamın göğsünü beyaza boyadı. Yaşlı adamın eli hala Ugan'ın elinin üstündeydi.

" Böyle gereksiz şeyler söylemek için kendini yormamalısın dede. Sen sadece dinlen ve güçlen. Beni merak etme."

Yaşlı adam bu sözleri duyduktan sonra yüzündeki ifadenin yerini huzurlu bir tebessüm aldı. Bunları duymak istemese de bu sözler bedenine güç veriyordu.

" Sende baban gibisin evlat... Arkanda hiç kimseyi bırakmıyorsun. "

Yaşlı adam yüzündeki huzurlu ifade ile çok geçmeden uykuya daldı. Ugan bir saate yakın elini yaşlı adamın göğsünden çekmedi. Kısa zaman sonra Ugan yavaşça ayağa kalkıp yerde yüzündeki gülümseme ile uyuyan yaşlı adama dalgın gözlerle baktı. Ardından sırtındaki kediyi yavaşça tutup dedesinin yanına koydu.

" Ona iyi bak !" dedikten sonra beyaz kedi birkaç kez miyavlayıp yaşlı adamın yanına kıvrıldı. Ugan biraz daha bekledikten sonra yavaşça tahta kapıya doğru yöneldi. Tahta kapıdan çıktığı anda gözlerini kamaştıran güneşin azgın ışıkları direk yüzüne vuruyordu. Ugan bir elini gözlerine siper edip gökyüzüne bakmaya devam etti. Yavaştan elini gözlerinden çekip gökyüzünde tasasızca parlayan güneşe gözlerini dikti. Gözleri acısa bile göz kapaklarını kapatmadan sadece gözelerini kısarak uzun süre gözleri gökyüzünde asılı kaldı. Böyle güzel bir günde içinden hiç eksik olmayan bir sıkıntı kalbine doğru ilerliyordu. Daralan göğsüne neden nefes alamadığını sorarken bir yandan da neden nefes alması gerektiğini sorguladı. Belki de sadece kendi bedeni için nefes almıyordu. Eğer kendi nefesi kesilirse kendisinin ardından nefesi kesilecek birçok insan olabilirdi. Bunu hissedemese de inanıyordu. Bu dünya kendinin üzerinde dönmüyordu. Lakin bu dünyanın çemberinin üzerinden kendisi de geçiyordu. Birçok insan gibi... Tek gereken bu çemberin içinde düzgün bir şekilde hareket etmekti. Yoksa bir taşın bile parçalanması diğer yaşlarında yok olmasına neden olacaktı.

Ugan küçük merdivenlerden inerken arka cebine sıkıştırdığı kağıdı çıkarıp üzerindeki yazılara göz gezdirdi. Bilge Ana bu kağıda çerileri güçlendirecek bir iksir için gerekli malzemeleri yazmıştı.

" Tartınç Çiçeği, Kortu Otu, Sarınç Otu, Dağ yemeşi , Kızılcık Ağaç Kabuğu , Alev Yarasası, Mor Benekli At Sineği ve son olarak Bataklık Kurbağası... Liste düşündüğümden daha kalabalık çıktı ! Bitkilerden başlasam iyi olabilir. Alev yarasasını gece avlamaya çalışırım. Mor benekli at sineği için Hayvan leşi bulmam gerekli. Su kenarında bulabilirim. Belki üzerinde Mor Benekli At Sineği bile olabilir ! Son olarak Bataklık Kurbağası... Kendime sağlam bir eldiven yapmadan onu alamam ! BU gerçekten de zor olabilir. Bilge Ana bana dört tane ayı postundan örülme deri torba verdi. Sanırım her şeyden  fazla fazla istiyor. Fakat fazla zamanım yok ! Hemen Barça dağına çıkmam gerekiyor ! "

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Sep 15, 2020 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

TANRI SOYUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin