E P I D O S E T H R E E; Guardian, SeHun.

408 35 11
                                    

Bir haftadır korkudan okula gitmiyordum. Hatta öyle ki eve gider gitmez omzumu açıp bakmıştım, okuduğum metindeki gibi herhangi bir iz falan yoktu. Küçüklükten beri beni efsaneler ile büyüten babam sayesinde mitolojik şeylere fazlasıyla inanan birisi olarak bu beni fazlasıyla etkilemişti. Babamı yeni kaybetmenin hüznünü hala atlatamazken halihazırda yıpranmış olan psikolojimin üzerine bir de böyle bir şeyi okumam kafayı iyice yememe sebep olacaktı anlaşılan. Sayısalcı birisine göre çok fazla felsefik cümleler kurarak yeterince karışık olan kafamı iyice bulandırırken oflayarak battaniyeyi üzerimden atmış, günlerdir içinden çıkmadığım odama öylesine bir bakış atmıştım.

İçeri savaş alanı gibiydi; vücudum ve aklımın da ondan az kalır bir yanı yoktu maalesef ki.

Yağlı saçlarımın diplerini sertçe kaşıyarak ayaklarımı halının yetişemediği soğuk zemine bastığımda ürperdim, elimde olmadan. Bunu umursamadan yerdeki kıyafetlerimin üzerine basarak yürürken ısınabilmeye kıyasla gün ışığı görebilmek adına güneşliği açtım aniden, gözlerimin kamaşacak olmasına aldırmadan. Güneşin ilk ışıkları ılık ılık tenime temas etmeye başladığında ise çalkantılı geçen bir haftamın sonunda ilk defa gülümseyebildim. Dirseklerimi pencerenin pervazına yaslayarak bunu anın tadını çıkarmak adına etrafı dikizlediğimde, dışarıdan içeriye okula giden çocukların sesi dolmuştu. Küçük çocukların biraz ötemde kalan kaldırımdan gülüşerek geçip gidiyor olması dikkatimi dağıtırken hafifçe aşağı eğilerek onları seyretmeye başladım.

Keşke onlar gibi çocuk kalabilseydim.

Babamın işe gitme saati okula gitme saatim ile aynı olduğu için beni her sabah üşenmeden okula bırakırdı. Başıma bir şeyin gelmesinden korkuyormuş gibi sürekli üzerime titrerdi, evin içinde çok yakın olmamıza rağmen dışarıda benden nedensiz bir biçimde uzak duran annemin aksine. Tek çocuk olmamın avantajlarından biriydi benim için. Ailem, her zaman sevgi ve saygısıyla yanımda olduğu için kimseye ihtiyaç duymamıştım. Belki biraz benim kibirliliğim ve açıksözlülüğümden de olabilirdi bu yalnızlığım. Yanıma yaklaşan insanların kötü yönlerini yüzüne söylediğim için pek çevrem yoktu.. gerçi yanımda kalan insanlar da beni böyle kabul eden insanlardı.

"Seni çok özledim baba.."

Elim yanağımda, sözcükler öylece ağzımdan dışarı çıkıverirken engellememiştim kendimi. Bir hafta geçmesine rağmen hala henüz kendime gelemezken bu duruma bir son vermem adına içimi dökmem lazımdı. Dertleşebilmek adına kendi kendime konuşurken içeride tek olmadığımı hissettiğimde ise aklıma yatan bir fikir ile doğruldum hızlıca. Pencereyi hızlıca kapatıp arkamı döndüğümde sessizce yatağımı toplayan annem ile göz göze geldik ama o.. bakışlarını kaçırdı.

"Hayır, hiçbir şey anlatmak zorunda değilsin."

"Mama.."

Onunla bir haftadır hiçbir şekilde iletişim kurmamam yüzünden kendimi kötü hissettiğimde, her şeyi ona anlatarak gerçek bir insan ile dertleşebilmek ve bir çözüm yolu bulmak adına yatağın üstüne oturup öne doğru kaymış, ardından annemi kolundan çekip yanıma oturtmuştum.

"Ama ben anlatmak istiyorum."

Annem, sessiz kalırken yüzüme dik dik bakmaya devam etmesi yüzünden bir an kalkıp gideceğini zannetmem rağmen en son nefesini seslice verirken bacağımın üzerinde duran elimi kavradığında dayanamayarak gülümsedim, bana karşı koyamıyor olması sayesinde.

»玉 (J A D E) - [osh+lhn]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin