Kar taneleri, fırtınanın şiddeti ile sertçe cama yapışıp erimeden oldukları yerde donmaya devam ederken burnumu çekip kollarımı daha sıkı sardım bacaklarıma. Dışarıdaki zemheriyi görmezden gelerek ağrıyan boynum için başımı doğrulttuğumda hem üşümekten hem de ağlamaktan dolayı burnumun devamlı olarak akmasına engel olamazken birkaç kez daha burnumu uzun uzun çekip kızarmış yanağımı yeniden dizime yasladım.
"LuHan? Uyandın mı tatlım?"
"Uyumadım ki."
"Efendim?"
"Hiç.."
"Hiçbir şey yemiyorsun..Hem Soo kaç kere söyledi sana, şöyle oturmaman için."
Annem başımda sinirle homurdanmaya devam ederken gözlerimi hafifçe kapatıp onu umursamadığımı gösterdim bariz bir şekilde. Kendisini kâle almadığımı fark etmesiyle de zaten omuzlarıma kendisi odadan çıktıktan sonra yere fırlatacağım battaniyeyi bırakmış, ardından bir şeye ihtiyacım olursa onu çağırmamı tembihleyerek beni yine sessizlikle baş başa bırakmıştı.
Nasıl olsa haklıydı onu çağırmam konusunda, ona verdiğim sözü yerine getirememiştim.
Yirmi yaşımda olmama rağmen küçük bir çocuk gibi yeniden başımı belaya sokmuştum.
Kendi aptallığıma gülüp yanağımı kaşındıran gözyaşımı dizime sertçe silerek bacaklarımı kendime doğru sıkıca çektiğimde, benim bir şey yapmama gerek kalmadan battaniye omuzlarımdan aşmış,oturduğum yerden kayarak yere yuvarlanmıştı. Ona bakma gereği bile duymadan gri gökyüzünü izlemeye devam ederken gözlerimi kapatarak bu durumdan nasıl kurtulacağımızı düşünmek yerine güzel şeyler düşünerek o akşamın gözlerimin önüne gelmesine engel olmaya çalıştım fakat..çoktan düşüncelerimi bile zehirlemişti yaşadıklarım, ve ben kurtulamıyordum.
SeHun'u bu şekilde görmek..girmişti işte bir kere aklıma.
Uyandıktan hemen sonra onu gördüğüm an verdiğim tepkiden dolayı herkesi kısa bir süreliğine şaşkınlıklarıyla baş başa bıraktığımda, konuşmak yerine uyumayı tercih etmiştim. Uyanık kaldığım zamanlarda ise BaekHyun ne olduğunu düşüncelerimden dolayı az çok çözmüş ve SeHun'u suçlamak için kendisine doğru dönen zehirli okların yaylarından çıkmasını engellemişti benim yerime.
SeHun ise neler olduğunu yarım bir şekilde öğrenmesine rağmen kimseyi umursamadan ayaklarıma kapanmış, o kişinin kendisi olmadığına dair yeminler edip durmuştu bana. Bana zarar veren kişinin o olmadığını biliyordum fakat..yapamıyordum işte.
Gözlerimin içine baka baka benden Kahin'in isteğini saklamasını da kaldıramamıştım sanırım.
Omuzlarıma binen ağırlığa rağmen doğrulmak yerine uykusuzluktan ve ağlamaktan yanan gözlerimi açtığımda, içeriye sessizce giren kişiye dönmeden öylece bakmaya devam ettim dışarıya.
"LuHan.."
SeHun, cevap vermeyeceğimi anladıktan hemen sonra sessiz kalıp arkamdaki boşluğa oturarak önce alnını belime değdirmiş, ardından başını yana doğru çevirerek başının sağ tarafını sırtıma yaslayıp kollarını iki büklüm olmuş bedenime, onu iteklemem gibi bir sonuç alacak olmasına rağmen, umursamadan sarmıştı.
"Özür dilerim."
"Ne için?"
"Ben senin..yanında olamadım,yine."
"Yanlış şey için özür diliyorsun."
"Lu-"
"Oraya kendi isteğimle gittim evet, bu senin suçun değil. Gerçi..senin bir suçun yok. Sadece benden bir şeyleri saklaman..aramızdaki güveni yeniden zedeledi."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
»玉 (J A D E) - [osh+lhn]
Fanfiction"... Ama sen farklısın." "Biz farklıyız LuHan." - 玉. "Yani, başımıza bunlar gelmeseydi, sen beni korumakla mükellef kılınmasaydın..beni yine de sever miydin, başka bir bedenle ya da ruhla yeniden karşına çıksa...