"Her şey istediğimiz gibi gitmeyebilir. Kırılmış olabiliriz. Paramparça olmuş olabilriz. Düşmüş olabiliriz. Kendimizi terk etmiş olabiliriz. Bütün bunlar geride bıraktığımız, içimizdeki o küçük çocuğun ölmesini veya hayallerimizden vazgeçmemizi engellemez. Güneş doğdukça umut daima vardır. Şimdi ka-"
Gözümün önüme tutulan telefondan bana zorla izlettirilen motivasyon videosuna dayanamayarak sırtımı döndüğümde, yorganı kafama kadar çekerek kollarımı kendi bedenime sardım.
"Hadi ama LuHan. Kadının dediklerinin verdiği gaza kapıldığımızı hayal ederek gülebilmek için açmıştım.. uyuyacak mısın yani?"
Cevap vermek yerine uykusuzluktan ve ağlamaktan dolayı resmen iğneler batan gözlerimi açık tutmanın bir anlam taşımayacağını bildiğim için kapattım usulca.
"Kendine istediğini yap da içindeki çocuk var ya, o sıkıntı işte..."
"BaekHyun. Beni lütfen rahat bırak. Sana bağırmıyor olmam seni diğerlerinden özel kılmaz, sadece kalbini kırmak istemiyorum. Beni bazı şeyler için zorlamayı kes ve çık dışarı. Hiçbirinizi görmek istemiyorum."
"Ben de seni görmek istemiyorum. Delinin zoruna bak, tch tch... Ne güzel bebişle-"
"BaekHyun!"
"Üf! Tamam be! Gidiyorum, ne halin varsa gör! Yok ya da görme. Dikkat et bebişe, intihar edeyim falan deme sakın..."
Yorganı başımdan sinirle fırlatarak yanımda duran komodinin üzerindeki bardağı elime aldığımda, bunu çoktan plandığımı düşüncelerimi okuması yüzünden, kendisine atılan bardaktan kapıyı kapatarak kurtulmuştu. Bana son anda öpücüğe yerimde tepinerek karşılık verdiğimde, SeHun'un her yere sinen o lanet kokusu yüzünden uyuyamayacağımı anlayarak bağdaş kurdum.
"Çıldıracağım.. sakinim. Derin nefes al, ver.."
Saatlerdir bir Kyungsoo, bir annem, bir BaekHyun yüzünden uyuyamadığım için yeterince sinirli iken yaşananların ardından hiçbir şey olmamış gibi davranmaları beni daha fazla çileden çıkardığında, yaptığım uyuma taklidini yememeleri yüzünden bir de buna ağladığımda, parmaklarımı şakaklarıma bastırmayı kestim. Ayaklarımı gittikçe rengi solmuş olan kahverengi parkeye basarak pencereye doğru yürüdüğümde, havanın düzelmiş olmasıyla kendilerini evlerinden dışarıya atan insanlar takılmıştı gözüme. O an pencereyi açarak onların kahkahalarını duymak istesem de bu durumun beni daha fazla üzeceğini bilerek parmaklarımın arasına kıstırdığım tülü bıraktım, usulca. Kendi isteğim olmadan derince bir iç çekerek yeniden yatağımın içine dönmek yerine odamda gezmeye başladığımda, masamın yanındaki beyaz duvara asılmış çerçeveler dikkatimi çekmişti. Gözlerim bazı resimlerin anılarını hatırlayamamanın verdiği sinirle yeniden dolduğunda, boğazımdaki düğümü geçirebilmek için sertçe yutkunarak gülümsemeye devam ettim.
O günleri özlemiştim. Hiçbir şeyden haberim olmayarak kendisini küçük şeyler için üzen kendimi özlemiştim.
Bu kadar mı önemliydim? Sürekli oradan oraya kaçırıldığım, özgür olamadığım, okuluma bile gidemediğim yetmezmiş gibi bir de anılarım mı sorun olmuştu onlar için? Kendimi kötü hissettiğim zamanlar kendimi tüm dünyaya kapatarak babamın saçlarımı okşadığını gözlerimin önüne getirdiğimde gördüğüm şeyler yarım mıydı, eksik miydi, belki de babamla olan son hatıram mıydı benim için? Lay dışında çoğu kişiyi görsem dahi gerçekten yakın değildim bile. Tanıştığım insanları neden unuttuğumu artık çok iyi bilirken hiç öğrenmemeyi tercih etmiştim o an. Belki o an SeHun ile yan yana olabilirdim, elleri karnımın üzerinde geziniyor olabilirdi, bana hala eskisi gibi gülümsüyor olabilirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
»玉 (J A D E) - [osh+lhn]
Fanfiction"... Ama sen farklısın." "Biz farklıyız LuHan." - 玉. "Yani, başımıza bunlar gelmeseydi, sen beni korumakla mükellef kılınmasaydın..beni yine de sever miydin, başka bir bedenle ya da ruhla yeniden karşına çıksa...