diciassette

4.9K 624 172
                                    

Kim Taehyung'un Anlatımından

18 Eylül 2017. Lalisa Manoban'ı gördüğüm ilk gün.

Üniversitenin ilk günüydü. Birinci sınıfın ve Güney Kore'nin en prestijli okulunda burslu bir öğrenci olmanın beraberinde getirdiği gerginlikle, liseden beri en yakın arkadaşım olan Jimin'le koridorda ilk dersimizin işleneceği sınıfı arıyorduk. Dalgındım, dersliklerin üstünde yazan numaralara bakıyordum ve karşıdan gelen kişiye dikkat etmedim, çarpıştık. O an olanlar, tam bir klişeydi esasında. Tek farkı, elimizde yerlere saçılan kitaplar veya dosyalar yoktu. Özür dilemek için kafamı kaldırdığım an ise, gerçek olamayacak kadar güzel bir kız gördüm. İlk görüşte aşk saçmalığına inanmazdım ben, ta ki o güne kadar. Vişne çürüğü rengindeki hoş dudaklarından ufak bir özür mırıldanıp gittiğinde tepki dahi veremedim, öylece donakaldım onun güzel yüzüne bakmaya devam ederken. Yanımdan geçip giderken, tanımadığım kızın vanilyalı kokusu beni mest etti. Bir insandan, sadece beş saniyede etkilenmek mümkün müydü ki?

Mümkünmüş. Bunu, kendimi her gün onu izlerken yakaladığımda anladım. Adını öğrenmem zor olmadı, daha ilk haftadan neredeyse bütün fakülte onu tanımaya başlamıştı çünkü. Öyle bir havası vardı ki, bütün dikkatleri -özellikle benim dikkatimi- üzerine toplamayı, sadece durup dikilse bile başarabilirdi.

Jimin sürekli duygularımı itiraf etmem gerektiği konusunda bana baskı uyguladı. Korkuyordum, yapamadım. Onun gibi birinin benimle ilgilenmeyeceğine emindim. O yüzden sadece sessiz kalmayı tercih ettim. Günlerim, aylarım hatta iki koca yılım sadece onu izlemekle geçti. Bundan bir gün bile yorulmadım veyahut sıkılmadım çünkü onun ufak bir tebessümünü görmek bile, günümün iyileşmesi için yeterdi.

Sonra Jackson geldi. Onunla sevgili olduğunu öğrendiğim an, kalbime çöken acının ağırlığını tarif dahi edemezdim. Benim günümü güzelleştiren eşsiz gülümsemenin, artık ait olduğu biri vardı. Hiç benim olmamıştı belki fakat, yine de çaresizce umut ışığı gören bir yanımda vardı. Belki diyordum, belki bir gün beni fark eder. Ardından o umut tamamen yok oldu, ışık ebediyen söndü. Ondan kaçmayı, onu silmeyi ne kadar denediysem de başaramadım. Onu unutabilmemin, hiçbir yolu yoktu.

Ağlamıştı. Fakültenin arka bahçesinde, kimsenin onu görmeyeceğine emin olduğu bir köşeye çekilip, dakikalarca hıçkıra hıçkıra ağlamıştı. Jackson'ın onu aldattığı dedikoduları herkes tarafından konuşuluyordu ve o yüzüne bir maske takıp, bunların hiçbirini umursamıyormuş gibi davrandı. Ancak ben gerçeği biliyordum. O maskenin ardında, aslında ne kadar kırgın birinin yattığını görebiliyordum ancak elim kolum bağlıydı benimde. Onu teselli etmek, her şeyin düzeleceğini söylemek, ona sımsıkı sarılmak ve sonsuza dek herkesten ve her şeyden korumak istedim lakin, yapamadım.

Onun en yakın arkadaşlarından biriyle aynı sınıftaydım, Jeon Jungkook. Ukala, insanları küçük gören bir aptaldan fazlası değildi. Kendinden aşağıda gördüğü her insan gibi, bana da laflarını söylediğinde ona itaat edip susacağımı düşündü, fakat ben onun zorbalıklarına sessiz kalmadım. Jungkook, ona karşı gelinmesini gururuna yediremediğinde bu durumdan hoşlanmadı elbette ve bizim aramızdaki bu gerginlik sürekli devam etti. Aslında ben, Jungkook'u ve onun öfkelendiren sözlerini umursamamaya çalışıyordum. Derslerimle, yarı zamanlı işimle ve sevdiğim kızı izlemekle meşguldüm yeterince, yoğun bir tempoya sahiptim zaten fakat Jungkook takıntılıydı. Aramızdaki durumu, komik bir savaşa çevirdi ve ben her ne kadar bundan hoşlanmıyor olsam da, bir süre sonra dayanamadım ve ona karşılık verdim.

Ve bir gün, en yakın dostum Jimin'e yine Lalisa hakkında bir şeyler anlatırken Jungkook, bütün anlattıklarıma kulak misafiri oldu. O an, belki de ilk kez ondan korktum. Bunu bana karşı bir koz olarak kullanacağını ya da beni Lalisa'nın gözünde küçük düşürmeye çalışacağını düşündüm. Beklediğimin aksine, Jungkook hiçbir şey yapmadı. En azından, ben öyle sandım.

bittersweetHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin