₇₀

370 47 41
                                    

-
geliyorum.

ggukie
tamam

oturmuş kapıdan içeriye girmesini ve kapıyı ardından geri kapatarak girmesini beklerken ellerini birbirine kattı ve parmaklarını birbirinin etrafında ovuşturdu; basit bir savunma mekanizması, hiçbir zaman işe yaramazdı.

koltukta daha da geriye kaykıldı ve dün kollarında olduğu adamın saçlarında gezinen dudaklarını hissetmeye çalışarak kendini sakinleştirmeye çabaladı.

elleri arasındaki ellerini ve gözlerini kapayıp öylece duruşundaki sükunetini, kendini kollarıyla sararak sıcaklığını hatırlamaya çalıştı.

gece orada öylece uyuyakalmış ve sabah jungkook onu dakikalar boyunca izleyip sonunda yanağından birkaç kere dürttüğünde ancak uyanmıştı, sonra da hızla hazırlanıp çocuğu yanağından öptükten sonra gitmişti.

jungkook kendi kendine gülümseyerek başını koltuğa yasladı ve karşısındaki duvara astığı eski saate baktı, 20.13.

şu sıralar gelmeliydi ki bunu hiç mi hiç istemiyordu.

onu en son öyle gördüğü anı anımsamaya çalıştı ancak görüntüsü özel isteği üzerine aklından alınmıştı. sadece kırmızı gözlerini ve kemik beyazı saçlarını hatırlıyordu, bakışlarınaki ölümü veya ellerinin soğuğunu değil.

kapının kilidi iki kere dönerek açıldı ve jungkook yerinde titrerken kapıyı ardından kapatarak yavaşça içeri süzüldü.

arada gerçek bir bedenle geliyordu ve jungkook buna memnun mu olsa yoksa ağlasa mı bilemiyordu.

"yeqon?"

yeqon ona ayrı bir adının olmadığını söylemişti, hatta asıl yeqon oydu. ilk adı verilen ve ilk adını kullanmayı öğrenen oydu, insan yeqon sadece kendini bu bedenden sıyırdıktan sonra adını değiştirmemeye karar vermişti.

yavaş adımlarla jungkook'un oturduğu koltuğa ilerledi, ilk adımlarını atan bir bebek gibiydi; dikkatsiz ve sarsak. jungkook hala bakışlarını bir kez olsun ona çevirmemişti ancak ruhundan yayılan soğuğu içinde hissedebiliyordu.

yeniden seslendi, eğer bir cevap alabilirse ona göre davranışlarını seçebilir ve onu en kısa sürede buradan gönderebilirdi, "yeqon."

beyaz saçları vardı ve kırmızı gözleri. gözbebekleri var olan her şeyi içine çekecek gibiydi ancak jungkook bu gözlerde kaybolmak yerine onlardan olabildiğince uzağa kaçmak istiyordu.

zavallı.

yanına geldiğinde tepeden tırnağa titredi ve muhtemelen asla değişmeyecek olan ayakkabılarına dikti gözlerini, öyle karanlık ve korkutucu bir halesi vardı ki jumgkook ona on adımdan fazla yaklaşmak istemiyordu.

kalbine yerleşmiş örümcekler sızladı bir saniyeliğine, ya tanıdığı yeqon o olsaydı?

yine bu kadar derinden ve çaresizce sever miydi onu?

sevemezdim diye düşündü ve kendine kızdı jungkook çünkü... ama neye benzediğini bile bilmiyordu ki. kalbinin içinden sevdiği bir adamdı o ve saklardı onu öylece köşesinde, ya o adam bu şeytansa?

yine aynı kalır mıydı şeyler, ve jungkook aklını silmesine yine kızar mıydı bu kadar yoksa soğuk dudaklarını unutturduğu için minnet mi duyardı var olmayan tanırısına, bilemiyordu.

ağlamak istiyordu ve bağıra çağıra dışarı çıkmak. vurmak istiyordu ve vurulmak, fena benzetilmek istiyordu ve fena benzetmek.

gözünden bir damla yuvarlandı.

ve karşısındaki adam bir şeyler mırıldandı ve elini uzatarak beceriksizce jungkook'un gözünden düşen yaşı sildi.

hani duyguları yoktu?

önünde çömelerek bir süre etrafına ve gözlerini kaçırarak jungkook'a baktı istemsizce; sonunda ise çömeldiği yere bağdaş kurarak kafasını öne bırakarak çocuğun dizlerine yaslandı.

"n-ne yapıyorsun?"

daha önce böyle bir şey yapmamıştı, jungkook elinin tersiyle gözlerini silerek titrek bir nefes aldı ve yüzüne bakmaya çalıştı. gözleri kapalı öylece duruyordu, ağzı aralıktı ve kesik kesik nefesler alıyordu, "iyi misin?"

anlamamış olduğunu tahmin ediyordu ancak şeytan bir süre bekledikten sonra hiç ses çıkarmadan kafasını iki yana sallayarak alnını jungkook'un dizlerine daha da bastırdı.

"ah.."

duyguları...?

jungkook korkakça parmaklarını uzatarak bembeyaz saçlarına değdirdi parmak uçlarını ve tepeden tırnağa korku ile ağlama isteği karışımıyla titredi.

"sorun... yok?"

parmaklarını daha da daldırdı saçlarına ve yavaşça okşarken dudağını ısırdı, nasıl bu hale gelmişti?

lise birinci sınıf ve tek hayali tasarımcı olmak isteyen o sessiz güzel yüzlü çocuk nasıl birdenbire geceleri ağlayarak kapılarının kilitlerini kendiliğinden açarak gelen duygusuz şeytanların saçlarını okşar olmuştu?

annesini istiyordu, hoseok'u. yoongi'yi istiyordu veya namjoon'u veya herhangi başka birini, kucağındaki bu titreyen adam dışında ona akıl sağlığını geri verebilecek ve yanaklarından öperek her şeyin geçeceğini fısıldayacak herhangi bir kimseyi.

şeytanlar bunları yapmazdı.

insan görünümüne girmiş asıl şeytanlarsa aldatmaktan başka hiçbir şey yapmazdı, lanet olsun, yeqon'u istiyordu.

gözleri sımsıkı kapalı ona sarılmak ve sabah gideceğini bilse bile huzurla uykuya dalmak istiyordu.

taehyung'u istiyordu, doğum gününde verdiği işe yaramaz dondurma çubuğunu ve sarhoş öpücüklerini geri istiyordu ve

unutmak.

her şeyi unutmak istiyordu.

kıpkırmızı bir yeniden dene düğmesine ihtiyacı vardı ve hayatındaki kimse, hiç kimse ona bu düğmeyi sunmayı talep etmiyordu

o yüzden belki de gitmeliydi.

kucağındaki adam yine kafasını iki yana salladı ve elleriyle kendini kavrayarak gözlerini sıktı, "gitmeyeyim mi?"

demek otomatikman düşüncelerini okuduğunu düşünecek kadar delirmişti.

hah.

eğlenceli.

"pekala o halde."

"gitmiyorum."

hide and seekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin