"Neden bu kadar mutlusun Ersin?"
"Sizinle göreve gidiyorum diye."
"Gelmesen ölürdün sanki."
"Ölmezdim. O yüzden geliyorum."
"Nereye çıkıyoruz abi? Dışarının halini bilmiyor musun?"
Ellerini Şafak'ın iki omzuna attı.
"Ne zamana kadar burada kalacağız?"
"Bekleyelim abi, yetkililer gelir."
Sesini yükseltti.
"Lan ne yetkilisi? Seninle aynı dilden konuşamıyoruz oğlum. Ambulansa ulaşamıyoruz. Kendi başımızın çaresine bakmak zorundayız. Ne belli birkaç dakika sonra kapıya doluşmayacakları?"
"Nereye gideceğiz?"
"Nazifler kalabalıktır. Evleri de merkezden uzak sayılır. Nerede az insan, orada az manyak."
"Ya Nazif abiler de delirdiyse?"
"O zaman başka bir şey düşünürüz. Sen ne kadar akıllısın sanki..."
Merkezden az da olsa uzaklaşmaya aklı yatıyordu. Naziflerin ailecek kaldıkları üç katlı, bahçeli müstakil evi, onun için kurtuluş noktasıydı.
Kafeden çıktılar. Şafak'ın taşıdığı birkaç litre su ve bisküvi, kendi cebindeki yarısı eksilmiş sigara paketi, tek mal varlıklarıydı. Bıçağını eline alıp ilerlemeye devam etti.
Sokakların gittikçe kalabalıklaştığını fark etti. Delilerin sayısı artıyordu. Acaba bu insanlar seçilmiş miydi, yoksa herkes zaman geçtikçe o hale mi bürünecekti? Veya delirmenin bir şartı mı vardı? Bildiği tek şey, bilinçsizce etrafta gezinen manyaklardan biri olmak istemediğiydi.
Merkezden çaresizce uzaklaşmaya çalışırlarken sokakların başından üzerlerine gelen çığ gitgide büyüyordu. Kapana kısılmamak için adımlarına hız kazandırdıkça sanki takip edenler de onlarla aynı miktarda hızlanıyordu. Sanki kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyorlardı. Bilinmezlik, karamsarlığı körükleyip korkularıyla harmanlıyordu.
Peşlerindekiler mesafeyi kapatmak üzereyken döndükleri yolun da durumu daha iyi değildi. Korktukları başlarına gelmişti. Köşeye sıkışmış bir halde, adım atamıyorlardı. Sırtlarını dükkânın kepengine yasladılar.
"Abi! Geliyorlar!"
Cevap vermedi. Bir boşluk aradı, göremiyordu. Uğultular yaklaşıyordu. Üzerlerine akan sel, bedenlerini de alıp götürecekti. Her taraftan yaklaşıyorlar, boğuyorlardı. Sırtlarını yasladıkları kepenk, açılmaya başladı.
***
Makamın karşısındaki sandalyeye oturup gülümsedim.
"Oh be, dünya varmış. Odanın manzarası bu perspektiften daha güzel. En azından gözlerim daha aşina."
Başımı salladım.
"Tamam abi, alışmam merak etme. Biraz konuşalım istiyorum sadece. Ömerler hava almaya çıktı, yalnızca ikimiz varız.
Şu makam koltuğuna senin kadar yakışamadım gitti. Nasılsın? Biliyorsun, seninle... Malum olaylardan sonra konuşamadık.
İyi olmanıza sevindim. En azından yalnız değilsiniz."
Derin bir nefes aldım.
"Yalnız olmadığımı biliyorum da abi... Çok yorucu şeyler oluyor. Fena saplandık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GECENİN KARANLIĞINDA: İNTİKAM
Science FictionHikâyenin üçüncü basamağı... İlk üç kitabın devamı niteliğinde olduğunu beyan edip önce o kitapları okumanızı tavsiye ederim. Artık vakit, bazı şeyleri öğrenme vakti. Artık vakit, hesap sorma vakti. Bazılarını geçmişten sorumlu tutma vakti. Artık...