Günlerce, haftalarca, belki de aylarca sınırı olmayan uzay kadar korkutucu ve simsiyah olan bu boşlukta durmak ölümle tıpatıp benzerdi. Her şeyi anı anına hatırlıyordum ve bana ne olduğunu da biliyordum. Fakat yine de burada, bilinmez olan bu bölgede olmak bana çok anlamsız geliyordu.
Burada kaldığım sürece artık zaman kavramını yitirmiştim, ne kadardır burada olduğumu bilmiyordum ama içimden bir ses baya zamanın geçtiğini söylüyordu. İlk başlarda zihnimin bana bir oyunu olduğunu ya da tüm bunların birer hayal olduğunu düşünmüştüm ama hayır, her şey gerçekti.
Ne acı, ne üzüntü, ne mutluluk, ne de korkuyu hissediyordum bu bilinmeyen yerde. Tıpkı Ölüm Çizgisinde olduğum gibiydi fakat bu sefer beni kurtarmak için uyaracak kimse yoktu, Bay Gabriel yoktu.
Bazen 'acaba Koryum beni büyüsüyle öldürdü mü?' diye düşündüğüm zamanlar oluyordu fakat buna inanmak istemiyordum. Bu kadar kolay olamazdı, benim yapacak çok şeyim vardı ölmüş olamazdım.
Benim biricik, çok sevdiğim halkım ve arkadaşlarım vardı. Onların şu an üzüldüklerini düşündükçe bende üzülmek istiyordum, bu lanet yerden çıkmak istiyordum. Çünkü biliyordum ki benim Onları sevdiğim gibi Onların da beni sevdiklerini.
Burada zaman kavramı olmadığı gibi yorulma diye bir şey de yoktu. Ne kadardır bilinmezliğe doğru yürüdüm fakat ne yolun sonu geldi ne de tükenmiş bacaklar oldu. Bu o kadar sinir bozucuydu ki sinirden ağlamak istesem bile yapamıyordum. Bana hiçbir şey olmadığı gibi buradan da çıkamıyordum. Asıl korktuğum şey ise, burada sonsuza dek kalıp sevdiklerimi bir daha görememekti.
Savaş hakkında ne olduğu ile ilgili de bir fikrim yoktu. Kazandık mı yoksa kaybettik mi bilmiyordum ama ne olursa olsun hangi durumdalarsa bedenimi koruduklarına emindim. Ben bütün sevgimi hepsiyle paylaşmaya çalışırken Onlar tek bir kişiye, bana bütün sevgileriyle kucak açmışlardı.
Bu yerde o kadar çok zaman geçirmiştim ki her şeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmüştüm; özellikle de Başkan Robert'i. Ben yerde can çekişirken Onun söylediği gerçekler canımı daha çok yakmıştı.
Bunca zamandır bütün hayatımın yalan olduğuna ve kandırıldığıma inanmak istemiyordum. Geçmişe gitmiştim ben ve bebekken o güzel sözleri babam bana söylemişti, öyle olmak zorundaydı. İnanmak istemiyordum, benim ailem gerçek olmalıydı. Ebby benim annemdi ve şu anda Üronyum da beni bekliyordu. Robert'in kızı Rose'tu, bende annemin kızıydım.
Hayatım bu olanlarla zaten kötüleşmişti, gerçekleri öğrenmek beni daha çok mahvetmişti. Bir an önce halkıma ve arkadaşlarıma dönüp kafa karışıklığımı gidermeliydim. Oturduğum yerden usulca kalkarken bir kez daha zorladım kendimi ve siyah boşluğa doğru ilerlemeye başladım. Burada yapacak başka hiçbir şeyim yoktu, en azından bu şekilde kendime umut oluşturuyordum.
İlerlerken gözlerimi kapattım ve sevdiklerimi gözümün önüne getirmeye çalıştım. İşte o zaman burada olduğum sürede ilk defa hüznü hissettim ve gözlerimden yaş aktı.
*****
DEA'nın arka tarafında bulunan, gizlenmiş kapıdan çıkarken temiz bir oksijeni çekmeyi isterdim ama bu iki hafta süresince ne temiz bir oksijen ne de güzel bir gezegen görmüştüm.
Aslında şu anda gezegenimiz gezegen olarak adlandırılamayacak kadar berbat bir yere dönmüştü. Öyle ki; gezegenimize Üronyum yerine Kızıl Gezegen diyorduk.
Gökyüzümüz Dünyada ki kadar güzel maviliğe sahip olmasa da, şimdi onu bile özlüyorum. İnsanı yakacak görünümüne sahip, cehennemi andıran kızıllık gökyüzünün her tarafını kaplamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Boyutlar Arası Savaş
FantasyGEÇİT Serisi, İkinci Kitap Gökyüzünden düşen damla misali korku veren yaratıklar akın akın sarmıştı gezegeni. Yok etmek, parçalamak, öldürmek istiyorlardı. Zorlu bir savaş bekliyordu Üronyum insanlarını. Yapmaları gereken tek şey; hayatta kalmak ve...