THE END

23 4 0
                                    

Etrafıma toplanmış bütün herkes ağzımdan çıkacak bir çift kelimeye ihtiyaç duyuyordu fakat bende en az onlar kadar şaşkındım, hatta belki de onlardan da fazla çünkü gözlerimle hepsinin ölümlerine şahit olmuştum. Acısı tarif edilemeyecek olan bu yaşadığım şeyler şimdi sanki hiç gerçekleşmemiş gibiydi. Sanki, sanki...

Bir anda aklıma gelen düşünceyle bana bakan tonlarca göze baktım ve nihayet konuştum. "Neler oldu?"

Sorduğum soru herkesi tekrardan şaşkına uğratırken, bazıları gerçekten deliymişim gibi baktı bana. Görmezden geldim ve herkesten önce kendine gelen Bay Gabriel'i dinledim. En son o ölmüştü, hem de Stvorenje tarafından acımasız bir şekilde. Kafamı iki yana sallayıp bunları düşünmemeye çalıştım ve Wonch'a baktım.

"Nasıl neler oldu Aisley? Bir savaşa yaklaşmak üzereyiz ve sen bize dünya da neler yaşadığını anlatıyordun. Sonra ne olduysa birden ağlamaya ve bağırmaya başladın."

"Tanrı aşkına Palmira'm, bizi aydınlat lütfen."

Bilge Kalin'in sözünden sonra gelen diğer sesleri duymadım. Beynim durdu sanki. Gözlerim çok uzaklara bakar gibi daldı. Onlar ölmüşlerdi, gerçekten ölmüşlerdi. Rüya olamayacak kadar gerçekti bunlar, hissettiklerim gerçekti. Acım gerçekti. Öyleyse bu, bu gerçekten bize verilen ikinci bir şans mıydı gerçekten? İyilerin kazanması için verilen bir şans daha.

Sonra, burada gözlerimi açmadan önce elementimin sesi çınladı kulaklarımda. İşte şimdi her şey anlamını kazanıyordu.

Evet gördün Aisley ve gelecek kolay kolay değişmez.

Gördüğüm rüya ve elementimin söylediklerini tuttum zihnimde yan yana. İlk önce bir yenilgiyi görmüştüm ardından gelen zaferi. Şimdi yenilgiyi yaşamıştık, gerçekten yaşamıştık; tanrı bize bir şans daha vermişti ve burada aynı hatalara düşmezsek kazanacaktık.

Gözlerimi kısa süreliğine kapattım ve düşündüm. Bu süre zarfında, herhalde biri işaret vermiş olsa gerek, içerisi bir anda sessizliğe boğulmuştu. Bense kendimi o savaş alanına attım.

DEA binasını elimizde tutacaktık fakat Rose'un ihaneti yüzünden gerçekleşmedi bu. Onun yüzünden hem binayı hem de insanların yarısını kaybettik. Kalanlarımız ise yaratıkların avı olmuştuk. Yani Rose için bir şeyler yapmam gerekiyordu, aynı hataya tekrardan düşmemesi için. İyi bir şeyler. Her ne olmuş olursa olsun o benim kardeşimdi, onun yanlış yapmasını engellemek zorundaydım.

Sonrasında her ne kadar savaşırsak savaşalım kaybetmiştik, elementçilerin gücü tükenmişti. Bir yere kadar dayanabilirlerdi zaten ve bu süre zarfında da sonsuz gibi olan yaratıkları öldürmek imkansızdı. Bir önceki toplantı da konuştuğumuz bir kısım geldi aklıma.

...

"Madem bir sürü gezegen bu halde, onların da bizim gibi çözüm yolları arayan insanları yok mudur? Yani demek istediğim o insanları bulsak ve güçlerimizi birleştirsek bir sonuç alamaz mıyız?"

Başkan'ın sorusunu cevaplayan annem olmuştu. "Elbet bir sonuca ulaşabiliriz fakat bence bu zamanı çok kullanmak demek ve bizim istediğimiz bu değil." dedi gözlerini benim gözlerimde tutarak.

"Aynen öyle. Bunu denesek bizim vaktimizi çok harcayacak ve işe yaraması da kesin değil. Hem daha kaç gezegen olduğunu bile bilmiyoruz ve bilmeden harekete geçemeyiz."

"Haklısın." Cevabını almamla bir sonraki fikri bekledim ve bu fikir Aria'dan geldi.

"Peki sınırlı sayıda gezegen olduğunu varsayarsak, bu gezegenlerde ki yaratıkları avlasak hızlı bir sonuç elde edemez miyiz?"

Boyutlar Arası Savaş Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin