𝒚𝒐𝒖 𝒂𝒓𝒆 𝒎𝒚 𝒃𝒍𝒖𝒆
𝒇𝒊𝒍𝒍𝒔 𝒎𝒆 𝒘𝒊𝒕𝒉 𝒍𝒐𝒏𝒈𝒊𝒏𝒈
"Onunla neden konuşmuyorsun?" diye sordu Namjoon bana bakarak.
Namjoon da aynı Jimin ve Taehyung gibi yakın arkadaşlarımdan birisiydi.
Zaten onlar dışında başka kimsem yoktu.
Ailem ile görüşmeyi keseli çok olmuştu.
Ara sıra Avustralyada okuyan kız kardeşim Rosé ile görüşüyordum fakat annem ve babam görüşmemize karşı çıktığı için bu da pek sık olmuyordu.
Onlara göre ben Rosé'ye kötü örnek olmaktan başka hiç bir şey değildim.Haklılardı belki de.
Rosé'ye sahip çıkıp onun hak ettiği gibi bir ağabey olmak isterdim ama şartlar dolayısıyla beni kötü ve ilgisiz bilmesi en iyisiydi.
Benden ne kadar uzak dursa o kadar az acı çekecekti."Anlamadım," diye mırıldandım yere odaklı olan gözlerimi Namjoon'a çevirip.
Aslında onun neyi kast ettiğini çok iyi anlamıştım. Jennie ile konuşmamdan bahsediyordu ama bu benim yapmayacağıma dair yemin ettiğim ilk şeydi."Jennie ile diyorum," diye söze başladı. "Onunla neden konuşmuyorsun? Yoongi ile birlikte olabilirler fakat aralarındaki olanları en iyi sen biliyorsun ayrıca Yoongi ile arkadaşlığını bitireli kaç sene oldu. Çekineceğin bişey yo-"
Lafını bölüp kaşlarımı çattım.
"Olmaz," diye sert çıktım. "Yoongi sikimde bile değil. Jennie ile asla konuşamam, olmaz bu mümkün değil hyung. Nedenini sende çok iyi biliyorsun.""Jungkook," diye offladı Taehyung oturduğu yerden. "Sence abart mıyor musun? Jennie'nin sana olan bakışları ... farklı. Geçen gün rüyanda onun adını sayıklamadan önce ona karşı bişeyler hissettiğini bilmiyordum fakat şimdi her şey mantıklı geliyor. Bir şansın varken neden umutsuzluğa kapılıyorsun ki?"
Gözlerimi yumup derin bir nefes verdikten sonra karşımda oturan üç arkadaşıma bakıp konuştum: "Anlamıyorsunuz. Umutlanacak bir durumum yok. Neyi zorluyorsunuz? Hiç kimse ve hiç bir şey umrumda değil. Yoongi'nin sevgilisi olması bile umrumda değil. Umrumda olan tek kişi Jennie ve ben böyleyken onun kalbine girip yarı yolda bırakamam onu. Bunu ona yapamam."
Jimin bu sözlere daha çok üzülse dahi sinirli bir şekilde ayaklanıp konuşmaya başladı:"Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?"
"Beni ölü sayın. Benim bir geleceğim yok, Jimin."
Üçü de bakışlarını başka yöne yöneltip sertçe yutkundu.
Ayaklanıp dolaptan kocaman bir zarf çıkarıp onlara gösterdim.
Okudukları her satır ile daha çok kaşları çatılan arkadaşlarımın tepkisini buruk bir gülümsemeyle izledim.
Onlar bir şey demeye kalkışmadan ben söze başladım: "Yüz gün sonra.""N-nasıl yani girecek misin gerçekten?"
Beni her daim ikna etmeye çalıştıkları şeyi yapacaktım sonunda.
İçimde umut kelimesini hiç bir zaman barındırmış olmasam bile, uzaktan Jennie'yi her izlediğimde doğan o küçücük umut kırıntılarını da o belgeyi imzalayarak yok etmiştim."Evet, gireceğim. Yüz gün sonra."
Kafasında yüz gün sonrasını hesaplayan Namjoon birşeyi hatırlayıp elini ağzına götürmüştü. Uzun süre bişey söyleyip söylemiyeceğini düşündü ve boğazını temizledikten sonra mırıldanmıştı: "Yüz gün sonra ... altı Mayıs oluyor değil mi?"
Bunun üzerine Taehyung gözlerini ayırıp Namjoon'u bakışları ile susturmaya çalışmıştı fakat Namjoon anlamamıştı.
"Evet," diye cevap verdim.
"Noldu, o gün önemli bir gün mü?"Namjoon aramızdan Yoongi ile hala görüşen tek kişiydi.
Bazen Jennie'yi ona sormak istiyordum.
Beni çağırdı yerlere gitmek istiyordum ama hiç bir zaman gitmiyordum çünkü Jennie'nin orada olacağını biliyordum.
Jennie ile karşılaşmamak için her yola başvuruyordum, bu yan komşusu olduğum için pek güçtü fakat onun yanından taşınmak da istemiyordum.
Kalbimde bu kadar büyük bir yere sahipken onunla en fazla bir iki cümle konuşmuş, duymayışımdan dolayı sesini dahi unutmaya başlamıştım.Namjoon bir kaç kere yutkunmuştu ama sonunda dayanamayıp tekrardan söze başlamıştı: "Uhm şey ... o gün. O gün... Yoongi ve Jen-"
Jimin hızlıca araya girip hararetli bir şekilde başına gelen bir olayı anlatmasıyla Namjoon'un demeye çalıştığı şey arada kaynamıştı.
Zaten benimde baş ağrım tekrardan baş gösterdiği için onları dinlemekte zorluk çekiyordum.
Akşam, onları evimin bahçesine kadar dışarıya geçirdiğimde Jennie'yi görmüştüm.
Bahçesinin masasında oturmuş çilek yiyordu.
Çilekleri tek tek ağzına götürdüğünde, o cezbedici dolgun dudaklarının tadını ne kadar muazzam kılmış olacağına dair hayallere kapılmışken birden onunla göz göze gelmem ile durduğum yerde katı kesildim.
Hızlıca gözlerimi kaçırıp evime girdim ve ardımdan kapıyı çarptım.Tüm gece düşündüğüm şey ona olan özlemim ve çilek tadını veren dudakları olmuştu.
Baş ucumdaki sehpada duran mavi defterimi çıkarıp bu günün tarihini attım ve küçük bir not düştüm:
Son yüz gün.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
blue ✧ jenkook ✓
Fanfiction(yetişkin içerik!) ❝Ölümün kıyısında gezerken bana ilk dalganı vuruşunla fark ettim seni. Maviydin sen. Okyanus ve gökyüzünün, hayatın rengi. Güç, sadakat, huzur ve güvenin rengi. Okyanus kadar derin ve bir o kadar da ulaşılmaz. Tutmaya çalıştığım...