Bir koku ulaştı gece yarısı burnuma. Onundu, o koku. Kucağına almış, beni Naz'ın odasına kadar taşımıştı.
Sabah kalktığımda olduğum yerle, dün gece ki kokuyu birleştirdim. İçeriden gelen sesle, dışarı çıktım. Doğuş, "Bence it gibi pişman ama bir kere o kızla sevgili oldu, onu yarı yolda da bırakamaz." dediğinde, onları dinlemeye başladım. Naz güldü ve "Sence bu Eflal'in ne kadar umurunda? Ya tamam umurunda olabilir ama o Eflal'e onu bekleyeceğini söyledi. Daha bir ay olmadan o kızla flört etmeye başladı. Şimdi Eflal ona nasıl güvenecek?" dediğinde, içeri girdim. "Bu konuları kapatın." dedim ve masaya oturdum. Yemeğini çoktan yemeye başlamıştı, Kül. Gülümsedim ve onlara baktım. "Size bir şeyler soracağım ve cevapları doğru vereceksiniz. O kız benim Arın'ın eski sevgilisi olduğumu biliyor mu?" dedim, Alp başını salladı. "Peki ya dün gece beni Arın taşırken neden ses etmedi?" dediğimde, yine Alp cevap verdi. "Çünkü ortada ilişki diye bir şey yok. Başta evet vardı bir şeyleri ama anlayamadılar. Arkadaş kaldılar. O kız da seni baştan beri biliyordu. " dedi. Güldüm, güldüm, güldüm ve çişim geldi. "Bi' garipler." dedim ve hızlıca lavaboya gittim.
İşimi halledip, elimi yıkadım. Ardından beraber kahvaltı yaptık.
Eski günlerdeki gibi ev alışverişine gittik ve bana geçtik. Hepsine iş verip, evi temizledik. Ardından yemek hazırladım ve yorgunlukla salonun ortasına serildik. Andrew ile bugün yarım saat konuşmuştuk. Daha özlememiştim ama yokluğunu arada hissettim. Çünkü biz sürekli beraber vakit geçirirdik. Fırından güzel kokular gelmeye devam ederken, uzandığım yerden kalktım. Mutfağa gittiğimde, pilav suyunu çekmişti. Fırını ve ocağı kapatıp, salona geçtim. Hızlıca balkondaki masayı Doğuş ile içeri taşıdık. Alp ve Naz tabakları getirmeye giderken, Çağrı markete gittiği için masayı hazırlamayacağını söylediği için yayılmıştı koltuğa. Bize dönük olan poposuna bir tane vurup, mutfağa geçtim.
Bir ıslak bez alıp, masayı sildim. Mutfağa geri gelip, elimi yıkadım ve kuru bezlerle fırın tepsisini içeri götürdüm. Bezleri tepsinin altına koyup, tepsiyi de üzerine koydum. Mutfağa geri geçip, tepsiye bardakları yerleştirdim. Masanın üzerine koyduğumda, son bir kez masaya baktım. Kola için bugün sabah aldığımız buz kalıplarını buzluktan çıkardım. Kolayı dolduran Çağrı'nın önüne koydum buz kalıplarını. Güldüm ve "Sofrayı sermeyenler, toplasın." dedim. Çağrı'nın gözleri büyüyüp, bakışlarını bana çevirdiğinde güldüm.
Naz'ın açtığı televizyondaki film ile gülümsedim. İncir Reçeli sanırım beni etkileyen en iyi romantik filmlerden biriydi. Ki ben türk filmlerini izlemezdim ve bana önyargılarımı kırdıran bir filmdi. Defalarca kez izlemiştim. Artık bütün repliklerini ezberlemiştim. Aklıma gelen şey ile gözlerim dolarken, hızlıca gözlerimi sildim. Fark edenin olmadığını görünce, bu duruma sevindim ve hızlıca yemekleri servis tabaklarına koydum. Filme odaklanırken, bu filmin ilk çıktığı haftalarında beni Arın'ın zorla filme sokuşu geldi.
O gün sevdiği kız o filme gidiyor diye gitmiştik. Açıkçası benimde canıma minnetti, Halil Sezai'yi filmde keserdim. Belki şarkı da dinlerdim. Öyle olmadı ama filme odaklandım. Filmde oturup, salak Arın'ın omuzunda saatlerce ağladım. Hatta öyle bir şeydi ki, ağlamaya başlayınca susamadığım ve ağlamaya devam ettiğim için bir sonraki seansa da iki bilet almıştı. Gülümsedim. Kendimi tutamayıp, kahkaha atarken bana baktılar. Koladan bir yudum alıp, yemek yerken o günü anlattım onlara. Sonra hepsi benim onu, ortaokul sondan beri sevdiğimi öğrendiler.
Gülümsedim ve yemeği yemeye devam ettim. Çağrı elini omzuma atıp, destek verircesine okşadı. Kül yemeğini bitirip, benim kucağıma gelince gülümsedim. O kucağımda bana bakarken, ben yemeğimi yemeye devam ettim.
Yedik ve sofrayı topladık. Bulaşıkları da makineye yerleştirip, salona geçtim. Son sahneye denk geldiğim de, "Şey acaba televizyonu kapatsak mı?" dedim. Naz, "Neden ki?" diye sorduğunda, hızlıca "Harbi oturup saatlerce ağlarım, sonra görürsünüz."dedim. Hemen kumandayı eline alıp, kapatırken onun bu stresli haline güldüm.
***
Bizimkilerin gitme vakti gelince üzüldüm. Gülümseyerek, onlarla aşağı indim. Alp'i asansör almayınca yalnız inmesin aşağı dedim ve onunla aşağı indim. Bina kapısından dışarı hep beraber çıktık, hepsi ile sarıldım. Tam vedalaşmak adına görüşürüz diyeceğim sırada köşedeki kişiyi gördüm. Ne yapacağımı bilemedim. Onlara el sallarken, sokağın sonuna çoktan ulaşmışlardı. Göz göze geldik, bana üzgün gözleri ile baktı. Sinirlerim bozulurken, içime engel olup, arkaya döndüm ve yukarı çıkmayı başladım. İkinci kata geldiğimde, neden asansöre binmediğimi sorguladım. Sorgulama işim bile onu düşünmekten dolayı düzgün gitmezken, avucumun içi ile alnıma vurdum. Salak gibiydim.
Hızlıca çıktığım merdivenlerden indim ve bina kapısından dışarı çıktım. Tam köşede oturan Arın kadrajıma girdiğinde, koşmayı bıraktım. Yavaş yavaş yanına kadar yürüdüm. Bir betonun üzerinde öylece oturuyordu. Ona baktım. Oturduğu için üstten bakmak zorunda kalıyordum. "Neden buradasın?" dediğimde, güldü. Güldü ve gülmeye devam etti. Ardından kendini durdurmaya çalışırken, öksürdü. "Bilmiyorum." dedi. Bu sefer ben güldüm. "Buraya gelmen çok yanlış." dediğimde, yerdeki bakışları bir ok misali gözlerimi buldu. Gözleri, bir ömür iç çekmeye değerdi. "Yanlış sence kimin umrunda?" dediğinde, "Senin olmayabilir ama benim umurumda!" dedim. Üzerimdeki hırkanın cebindeki telefon çalarken, çalan şarkıdan da anladığım gibi Andrew arıyordu. Meşgule attığımda, güldü. "Benim gibi hiçbir şeyi sap olamayan bir adam için sevgilinin telefonunu açmıyor musun? Aa, gerçekten çok teşekkür ederim!" dediğinde, sinirlerim bozuldu. Sarhoşluktan başı öne doğru gidiyordu. Gecenin yarısı yine kapıma gelmişti. Sinirle omuzlarından ittim ve duvara yaslanmasını sağladım. "Aptal aptal konuşup, sinirlerimi bozma! Kalk ve git şuradan!" dediğimde, güldü. "Yine kovuyorsun beni! Bir buçuk hafta geri gidersin yine o zaman!" dediğinde, sinirle alnımı kaşıdım. Bacaklarımı kırıp, boylarımızı eşitledim.
"O kıza üzül bari gerizekalı!" diye bağırdığımda, "Kimden bahsediyorsun?" dedi. Güldüm, "Sevgilin." dediğimde, "Kıskandın mı sen beni?" dedi ve güldü. "Ne hissettiğimi açıkça söylememi ister misin?" dediğimde, "Evet, doğru söyle ama!" dedi. Güldüm ve "Sana acıdım. Şu yaşa gelip, hala ettiği lafların arkasında durmayan biri olduğun için acıdım. Ha, iyi de yapmışsın. Senin adına sevindim, sonuçta beklemiş olsaydın, geldiğimde hayatımda biri olduğunu öğrenmek hoşuna gitmeyecekti." dedim. Yüzü düşerken, duvara tutunup, ayağa kalktı. Bende ayağa kalktım. "Ne var, biliyor musun?" dediğinde, başımı ne dercesine oynattım. "Sen bir şeylere sahip olmak istiyorsun! Olamadığında ise ve hatta bunu yüzüne vurduğumuzda, bir köşede kuduruyorsun!" dedi. Ağlayacaktım, biliyorum. Güldüm ve "Ha, bende yeni bir şeyleri fark ettiğini zannettim! Bu arada bir köşede kudurduğum yoktu! Tabii Kanada senin için bir köşeyse, bilemem artık!" dedim. Ağlamaya hazırlanan gözlerim sinirlerimi bozarken, güldüm ve "Anladım ki, artık daha önceki arkadaşlığımızın da benim için bir değeri kalmamış. O yüzden bir daha böyle bir şeye kalkıştığında, umurumda dahi olmayacağını bil!" dedim.
Arkama döndüm ve yürümeye hazırlandım. Hayır, beklemeliydim. Lütfen dört beş saniye sonra ağlamaya başlamalıydım. Kendimi tuttum ama yeri bile düzgün göremiyordum. Binanın kapısını ardımdan kapattım ve gözyaşlarımın akmasına izin verdim. Salak gibi ağlamaya başladım, kapının yanına kıvrılırken, sesim bütün binayı kaplamıştı. Sanki beni üzmeye programlanmıştı. Bir ses duydum, gözyaşlarımı sildim. Kapının ardından geliyordu. "Özür dilerim! Gerçekten özür dilerim! Hay böyle işi sikeyim! Özür dilerim, güzelim! Sinirlendim, sinirlendim! Seni kırmak istedim. Sende benim kadar kırıl istedim ama şimdi çok pişmanım. Benim gibi bir zavallı için ağlama. Lütfen, ağlama." dediğinde, ağlamam şiddetlendi.
Onu tanıyordum. Sinirlendiğinde, insanları kırdığını biliyordum ama ben artık, kırıldıkça ayağa kalkabilecek bir güce sahip değildim. Yorulmuştum. Yorgundum, sanki dünyanın bütün yükü omuzlarımda da, benden yüklerimi üzerimden atmadan koşmamı bekliyorlardı. Asansöre doğru zorla yürüdüm ve asansöre bindim. Son kata çıkarken, kendimi frenlemiştim. Asansör durduğunda, hızlıca asansörden indim. Kapıyı açtım ve içeri girdim. Beni kapıda bekleyen Kül'e baktım. Bir şeyler miyavlıyordu. Sanırım beni böyle gördüğü içindi. Kucağıma aldım ve ona sarıldım. Koltuklardan birine yan dönüp, yatarken, hangi ara yere bıraktığımı bilmediğim Kül, yanımdaki boşluğa sıvışmıştı. Patisini omuzlarıma koyduğunda, ben ağlamaya devam ediyordum.