Elimdeki mezeleri koyduğum tabağı, balkondaki masanın üzerine yerleştirdim. Kenardaki eski televizyondan, müzik kanallarını aradım ve bulduğumda melodisi en çok hoşuma giden kanalda karar kıldım.
Mutfağa gidip, fırının cam bölümünden, pişmesini beklediğim balığın durumuna baktım. Yaklaşık beş dakikaya annemin sürekli yaptığı gibi olacak gibiydi. Sıktığım limonların suyunu bir cam kaba boşalttım ve bir kaseye yarısını döktüm. Kasenin içerisine bir kaç parça maydanoz dilimleyip, içine attım.
Fırının önüne oturup, kızaran balığı izlemeye koyuldum. Arın yarım saat bile sürmeden önce gelirdi. Onun ile tanıştığımızda ortaokuldan liseye geçiyordum ve ilk arkadaşlık senemizde ona karşı hissettiğim şeyin farkına varmıştım. Lisede çapkınlığı ortaya çıkmıştı fakat üniversiteye geçerken bütün bu çapkınlıkları bırakmıştı.
Üniversiteye geçtikten iki sene sonra onun ile tanışmıştı. Beril, çok iyi biriydi fakat doyumsuzdu. Çok sıkılgan bir karaktere sahipti fakat ilişkileri çok iyiydi. Arın'ın annesi yeni tanıştığı insanlara karşı çok katıydı ve Beril'in kimseye tahammülü olmadığı bir gün tanıştıkları için annesi Beril'i sevememiş, verdiği cevaplardan dolayı da saygısız bulmuştu. Arzu teyzenin nasıl bir insan olduğunu çok iyi biliyordum ve Beril'in dediği gibi Beril'e öyle laflar söylemeyeceğini de. Hem Arın'ın yaklaşık on dakikalık bir telefon konuşması yaptığı sırada o kadar lafı neden ve nasıl söylesin ki?
Arzu teyzeyi savunduğum için beni de kırmıştı fakat Arzu teyze ve babası benim gibi değildi. Onun kırıcı sözlerini yutmayıp, aksine onun gibi kırıcı olmuşlardı. Beril zaten kısa bir süre sonra ilişkilerinin kötü olduğunu dile getirmeye başlamıştı ve Arın bunları başkalarından duyup, kırılıyordu. Beril bir sabah Arın'a gittiğine dair mesaj atmıştı ve o günden bir önceki gece İstanbul'a gitmişti.
Arın o gittikten sonra yıkım yaşamış gibiydi. Gibisi fazlaydı hatta. Gittikten iki gün sonra sosyal medya hesaplarından fotoğraf atmaya başlamıştı. Sürekli eğlencelere gidip, orada videolar çekiyor ve bunları sosyal medyasına koymaktan çekinmiyordu. Yaklaşık iki ay sonra Beril, bir çocuk ile sarıldığı fotoğrafı atmıştı ve altına 'Seni seviyorum, güzel kalpli sevgilim' yazmıştı. Bu Arın'ın daha çok yıkılışına sebep olmuştu.
Beril'in fotoğrafının üzerinden sadece bir ay geçtiğinde, okula gelmez olmaya başladı. Hallerini çok değişti fakat bunun sebebini hiç söylemedi. Sürekli arkasında gezip, durdum. Hiçbir şey ifade etmiyordum onun için. Hiç unutmuyorum, bir gece kapım çalınmıştı, sarhoş bir biçimdeydi fakat gülerek değil, bu defa ağlayarak gelmişti kapıma. İçeri aldım, yatağa yatırdım ve yanına yatmamı istedi. Bütün gece ağladı ve sorduğumda ise babası ile kavga ettiğini söyleyip, geçiştirdi. Sabahında ise kahvaltıda sadece, babasının ona "Beceriksiz, sevgi bilmeyen, sevemeyen bir çocuksun! " dediğini söylemişti ve sonra evine gitmişti.
O gece, göğsümde ağlarken, bende onun için ağlamıştım. Dolan gözlerimi ovuşturup, elimdeki bezler ile fırındaki balığı tezgahın üzerine çıkardım. Servis tabaklarını çıkarıp, içerisine koydum ve fırının içindeki demir olan fakat ne olduğunu bilmediğim şeyin üzerine koydum, fırının kapağını hafif aralık bırakacak biçimde kapattım.
O gecenin üzerinden üç ay geçmişti ve bir gece, onu bar köşelerinden toplamam için bana telefon gelmemişti. Oturduğum koltuktan kalktığım sırada, kapım çalmıştı. Kapıyı açtığımda, alıştığımın aksine dimdik duran, yüzünde alaycı bir gülümse ya da üzgün bir yüz mizacı olmadan, kapımda ciddi bir ifade ile duruyordu. İçeri girdikten bir kaç dakika sonra, "Beni seviyor musun? " diye sordu.
Kaçmadım, yalanda söylemedim. İtiraf ettim onu sevdiğimi. Nasıl dayandığımı sordu, cevap vermedim. Onu nasıl sevdiğimi anlatmamı istedi, sessiz kaldım. Çünkü hiçbir şey ifade etmiyecekti. O başka birini seviyordu. Sonra burada kalıp, kalamayacağını sordu. Böyle bir şeyi sormaması gerektiğini, her zaman kalabileceğini söyledim.
Eskisi gibi aynı yatakta uyumamızın, farklı anlaşılmamasını istedi ve arkadaşlığımıza, sevgimin kendi için engel olmayacağından bahsetti. Daha sonra beraber uyuduk. Ardından yaklaşık üç gün geçti. Tarihler, 17 Haziranı gösteriyordu. Banyodan yeni çıkmıştım ve üzerimde havanın sıcaklığından, umursamazlığımdan dolayı da olabilir, sadece uzun beyaz bir tişört vardı. Saçlarım ıslaktı ve havluya gerek duymuyordum. Omzumdan aşağı dökülen saçlarım kendi hakimiyetini kutlar gibiydi.
Kapı çaldı ve saat o sırada 22.57'yi gösteriyordu. O gece bedenlerimiz yatağımı ısıtmıştı ve sonraki bir sürü gece aynı şeyler olmuştu. Acınası bir varlık haline gelmiş gibiydim. Başkasının bedenini arzuluyordu belki de, o gecelerde fakat bedenim ve sevgim buna engel olamıyordu.
Kapının çalmasıyla, hızlıca kapıya doğru ilerledim ve kapıyı açtım. Arın, ellerindeki iki poşetle kapıdayken, gülümsedim. Gülümseyerek içeri girdi ve ellerindeki poşetleri balkona götürdü.
Zihnimdeki düşünceleri sustururken, servis tabaklarını alarak masaya doğru ilerledik. Masaya oturup, onun rakıyı, rakı bardaklarına dolduruşunu izledim. Onu her izleyişimde, olduğu gibi yine ona meftun oluyordum.
Güzelliği karşısında, Galata Kulesi; Kız Kulesine bakmayı bırakırdı. Koyu kahve saçları, kendine has kokusuyla ciğerlerimi dolduruyordu. Gözlerini doldurduğu rakı bardaklarından çekip, bana çevirdiğinde ona nasıl baktığımı görmüştü fakat gözlerimi ondan ayırmadım. Öyle bakmayı da bırakmadım, o ise gülümseyerek, gözlerini bardaklara çevirdi.
Yıldızlardan güzelliğini, güneşten ışığını, aydan duruşunu almış gibiydi. Tanrı, sanki kendinden büyük bir parça yaratıp, insanları mest etmek istiyor gibiydi.
