Saatimi tekrar kontrol edip nefesimi üfledim. Beş dakika olmasına rağmen şimdiden sıkılmıştım. Aslında bunların hepsi annemin saçmalığıydı. İlham gelmiyor diye neden psikiyatri kliniğine gelmiştim, anlam veremiyordum. En azından dırdırı bırakır diye düşünüp teklifini kabul etmem tam bir hataydı. Kendi kendime göz devirdim.
"Merhaba," diye bir ses duydum. Sondaki a harfini biraz uzatmıştı. Başımı kaldırdığımda kahverengi gözlerle karşılaştım.
"Merhaba?" Birkaç saniye bakıştık. Yanımdaki boşluğa oturdu ve başını koltuğun arkasına yaslayıp güldü. Neden güldüğünü anlamamıştım. Ayrıca bakıştığımız an baya tuhaf hissetmiştim.
"Adın nedir?" Gözlerini kapatmıştı ve ağzının içinde konuşuyordu. Ses tonunun yumuşak olduğunu fark ettim.
"Sırma. Ama abim Sarma der. Babam da Karaböcek diyor." Bir kez daha güldü. Gereksiz ayrıntı vermek benim görevimdi.
"Sırma demeyi tercih ederim. Ben de Mazhar."
"Alanson gibi mi?"
"Sesim bok gibidir."
"Anladım."
Bir süre sessizlik oldu. Konuşma boyunca hiç gözlerini açmamıştı. Ne tuhaf biri, diye düşündüm.
"53243387xx."
"Efendim?"
"Numaram."
Gözlerini sonunda açtı. Bakakalmıştım. "Benim bir erkek arkadaşım var." Yalan. Sadece bana asılmış olması sinirimi bozmuştu.
Gözlerini devirdi. "Hadi ama. Bunu söylediğim herkes neden ona asıldığımı düşünüyor? Amacım sohbet edecek birilerini bulmak. Ayrıca erkek arkadaşının olduğunu sanmıyorum."
Son cümlesi sinirimi bozmuştu. "O kadar çirkin miyim be?"
"Hayır ya. Sadece çok rahatsın. Telefonuna hiç bakmadın ve dalgın görünmüyorsun. Mutlu da görünmüyorsun. Erkek arkadaş sinyali alamadım."
Çok bilmişe de bak sen. Cevap vermedim. Sağıma dönüp camdan dışarıyı izlemeye başladım. "Gerçekten amacım sohbet etmekti. Rahatsız ettiysem özür dilerim."
Hay senin. Özür dilendiğinde asla sert kalamıyordum. Sihirli sözcük gibi bir şeydi. Ona dönüp gözlerine baktım. Çocuksu bir görüntüsü vardı. Saçlarını taramadığı belliydi. Ama dalgalı saçlarının dağınık duruşu güzel görünüyordu. Normal bir yüzü vardı, hatta yakışıklı sayılabilirdi.
"Arkadaşın yok mu?" Soruyu sorduğum an pişman oldum. Kendimi anaokulunda yalnız başına oturan çocukla konuşmaya çalışan bir kız gibi hissetmiştim. Utanç verici...
Gülümsedi. "Arkadaşa ihtiyacım yok." Tek kaşımı kaldırdım. "O zaman neden benimle konuşmaya çalışıyorsun?"
"İnsan bazen konuşmaya ihtiyaç duyar."
Sessizce yüzüne baktım. O da bana baktı. Sonra yerinde doğrulup masanın üzerinde duran derginin kenarından biraz kağıt yırttı. Omzunun üzerinden bana baktı. "Kalemin var mı?"
Ah. Numarasını yazacaktı. Kaşlarımı çatıp yüzüne baktım. Yüzündeki ifade beni pes ettirdi. Çantamdan kalem çıkarıp ona uzattım. Gülümsedi. Gülümseyişinde art niyet olmadığı o kadar açık ve netti ki. Çocuk gibiydi. Duygularını çok net ifade ediyordu.
Kağıt parçasını ve kalemi bana uzattı. Elinden aldığım an ismimi duydum. Oturduğum yerden kalkarken Mazhar denen adama bakıyordum.
Tekrar gülümsedi. "Arkadaşa ihtiyacım yok ama seninle arkadaş olmaya katlanabilirim."
Katlanmak? Ah. Sinir bozucu bok. "Bilgin olsun, yalnızca gururun kırılmasın diye aldım o kağıdı. Yoksa aramak aklımın ucundan geçmedi."
"Mesaj atabilirsin?" deyip dişlerini açarak gülümsedi.
"Ha? Ukala." Gözlerimi kısarak ona baktım ve önüme döndüm. Bir dil çıkarmadığım kalmıştı. Aferin Sırma.
Odaya girerken arkamdan gülümsediğini biliyordum.
xxx
ŞİMDİ OKUDUĞUN
opia
Teen FictionYazar olmak isteyen ama aradığı ilhamı bulamayan bir kadın ve hayallerinin önüne bariyerler dizilmiş yalnız bir adam bir gün aynı klinikte karşılaşırlar. xxx İthaf: Şafak sökerken öten horoza ve kuşlara. Şevval'e. Kedim Bulut'a. Nazlı'ya. Birde kız...