yedi

3.7K 376 209
                                    

14:32.

Neredeydi bu adam? Bekletilmekten nefret ederdim. Üstelik randevum da yoktu, sekreter az sonra beni kovacaktı. Ofladım.

Kalkıp gitmek için çantamı sırtıma taktığım an o tanıdık sesi duydum. "Nereye böyle?" Gözlerimi devirerek başımı kaldırdım. "Otuz iki dakika geciktin."

Bir dakika. Bu. Da. Ne.

Gözleri o samimi kahverenginden değildi. Ela lens takmıştı. Saçlarının yanlarını biraz kısa kestirmişti. Üst tarafı daha dağınıktı ama müthiş bir tezatlıkla daha düzenli görünüyordu. En büyük bomba ise kaşına piercing taktırmış olmasıydı. 

Tanrım. Havalı görünüyordu. Ve hoş.

"Sen..."

Sırıttı. "Nasıl olmuş?"

Bir süre daha baktım. Ne söylemem gerektiğini bilmiyordum. "Aklımdakine... Hiç benzemiyorsun." Çünkü ondan daha güzel görünüyorsun.

Kaşlarını kaldırıp omuzlarını silkti. "Seni etkilemek zor olmalı." Alt dudağımı büktüm. "Öyle sanırım."

Birkaç saniye sessizlik olunca tekrardan ona baktım. "Sen neden buradaydın?"

"Seansım vardı."

Tam hastalığının ne olduğunu soracaktım ki kendimi durdurdum. Benim hastalığım yoktu ama ben de buraya gelmiştim. Ön yargılarımdan kurtulmalıydım. Üstelik konuşmak istese anlatırdı. 

"Anladım. Gitsek mi?" deyip yerimden kalktım. "Ben de tam onu teklif edecektim. Yakınlarda bir restoran var. Akşam da orada çalacağım."

"Çalacaksın?" dedim irileşmiş gözlerle. Ciddi olmazdı. 

"Evet. Anlaşmamızı unuttun mu?"

"Sesinin bok gibi olduğunu söylemiştin."

"Ne fark eder?"

Durup yüzüne baktım. O da yürümeyi kesip bana döndü. "Ne oldu?"

"Bunu neden yapasın ki?"

"Neden yapmayayım?"

"Hayır. Mantıksız. Seninle daha birkaç gün önce tanıştık. Ben senin için hiç kimseyim-"

"Çevremdeki tek insan olman dışında."

Bu cümlesi sözlerimin önüne yığıldı. Bunu ondan duymak üzücüydü. Biliyordum, yalnız olduğu ortadaydı. Ama onun bunu kabullenişi daha kötüydü. 

"Ayrıca arkadaşlık demek fedakarlık demektir. Arkadaş değil miyiz?"

Hafifçe gülümsedim. "Arkadaşız." O da gülümsedi. "Hadi gidelim."

"Bunu yapmanı istemiyorum."

Tekrar bana döndü. "Neyi?"

"Yani... Bugün şarkı söyleme işini ek. Onun o kadarda ehemmiyeti yok. Yemek yiyebiliriz."

Hınzırca gülümsedi. "Bu bir çıkma teklifi mi?" Güldüm ve kollarımı göğsümde bağladım. "Üzgünüm, tipim değilsin. Yalnızca yemeğimi tek yemeyi sevmem."

"Kabul. Ama benim seçtiğim yere gideceğiz."

"Tamamdır."

&

"Şaka mı yapıyorsun?"

"Ne var? Köfte ekmeği herkes sever."

Mızıldanarak peşinden gittim. "Ben o kadarda sevmem. İçinde maydanoz ve soğan var," deyip iğretiyle titredim. Kusma isteği her yerimi sarmıştı. 

"Seninkini maydanozsuz ve soğansız söyleriz o zaman," dedi ve beni bileğimden sürüklemeye devam etti. Boş bulduğu ahşap masaya geçti. Ben de ilk birkaç saniye ayakta durup göz devirerek karşısına oturdum. Deniz kenarında bir yere gelmiştik. Hava çok güzeldi ve köfte kokusu her yanı sarmıştı. Ortamın hiçbir fiyakası yoktu ama samimiydi. Samimi şeyleri severdim. 

Mazhar'a baktığımda bana baktığını gördüm. "Ne? Yüzümde bir şey mi var?" deyip yanağıma dokundum.

"Yok. Tuhaf olduğunu düşünüyordum."

"Neyin?"

"Senin."

"Hah," diye bir ses çıkartıp küçümseyici bakışlar attım. "Bu masada bir tuhaf varsa o da sensin." Sağ elinin işaret parmağını kaldırıp kendini gösterdi. "Ben mi? Benim nerem tuhaf?"

Güldüm ve elimi boş ver dercesine salladım. Bu şey hoşuma gitmeye başlamıştı. Ela gözlerine baktım. Şu an hoşuma gitmeyen tek şey buydu. Gözlerinden saçtığı o enerji parıltılarını görmek zorlaşıyordu. "Şunları çıkarır mısın lütfen?" dedim yüzümü hafifçe buruşturup. 

"Oh be. Ben de ne zaman çıkarsam diye düşünüyordum. Bu şey beni inanılmaz rahatsız etti," deyip sağ gözündeki lensi çıkarıverdi. Ardından diğerini. Dilinin ucunu dışarı çıkarmıştı ve böyle inanılmaz komik görünüyordu. Sessizce güldüm. 

O sırada genç bir çocuk gelip siparişimizi aldı. Maydanoz ve soğan istemediğimi söylediğimde yüzüme garip bir bakış attı. Hadi ama. Maydanoz sevenler uzaylı falan olmalıydı. 

Yemeğimiz gelene kadar konuşmadık. Etrafı izlemekle yetindim. Köfteler geldiğinde gözündeki çocuksu ifade yine patladı.

"Bu kadar çok mu seviyorsun?" dedim gülerek. "Genel olarak yemek yemeyi severim," dedi yemeğine bakarak. Ve koca bir ısırık aldı. 

Ben de tadına bakmaya karar verdim. Onun aksine benim ağzım küçüktü ve amacım sadece tadına bakmaktı. Ama beğenmiştim, içinde sadece domates ve köfte olsa da. Sonra ona baktım. Birçok erkeğin aksine öküz gibi yemiyordu. Evet büyük ısırıklar alıyordu ama gerçekten düzgünce yiyordu. Ayrıca neden bu ayrıntıya takıldığıma dair en ufak bir fikrim yoktu. Kendi kendime güldüm.

"Güzelmiş."

"Benim yemek yediğim yerin kötü olma ihtimali sıfır güzelim." Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Şu kelime. "Öyle söyleme."

"Ne söylemeyeyim."

"Güzelim deme yani."

"Neden ki?"

"Erkek arkadaşlar söyler onu."

"Ben de senin erkek arkadaşınım."

"Hayır, sevgili anlamında olanı diyorum."

Bana baktı ve baktı. "Değişik insan yavrusu seni."

Gülerken neredeyse ağzımdakini püskürtüyordum. "Ne var? Bazı kelimeler özeldir."

"Mesela?"

Durup düşündüm. "Ama sen böyle sorunca hemen aklıma gelmez."

"Düşün o zaman."

Gerçekten düşündüm. Ha. Buldum. "Mesela balım. Hikayesini biliyorsundur." Başını evet dercesine salladı. "Haklısın. Bu güzel bir kelime. Yavrum da güzel kelime."

Bu sefer kahkaha attım. "Kamyon şoförü seni." O da güldü. "Şaka yapmıştım."

Yemeğimiz bitince kalktık. Ücreti o ödemek istemişti. Üsteleyeceğim sırada bana ilk kez ciddi baktığını gördüm. Gerçekten benim için bunları yapmasına gerek yoktu. Beni önceden beri takip eden bir sapık olduğunu düşünmeye başlamıştım. Belki de saplantılı aşığımdı. 

Aptal düşüncelerden sıyrıldım ve Mazhar'ın yanında yürümeye devam ettim. Evimin olduğu yönde ayrıldık. Güzel vakit geçirdiğimizi düşünüyordum. Hadi hayırlısı.

xxx

maydanoz sevende ne bileyim yani.
bu kurgu kafamı sıyırttıracak. delicesine yazdığımı fark ettim.
ne oluyor anacım bu ne ilham. ;) -deniz.






opiaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin