1. gün
M: hey
S: hey
M: naber
S: evine geliyordum
M: ne
neden
S: gelmeyeyim mi
M: hayır ondan değil
neden gelesin ki
bir şey mi oldu
S: elimde birkaç film vardı
izleyecek birini bulamadım
aklıma sen geldin
M: gerçekten mi
S: gerçekten
M: harika
mısır patlatmamı mı istersin, cips mi tercih edersin
S: kafana göre takılabilirsin
on beş dakikaya oradayım
&
"Hoş geldin."
Gülümsediği zaman gözleri daha parlak görünüyordu. "Hoş buldum." Gözlerime baktığında hissettiğim şu şey ise çok farklıydı. Işın kılıcının beynimin içinden geçmesi gibi bir şeydi. Tabii daha önce kafama ışın kılıcı girmemişti, orası ayrı bir konuydu...
Küçük odaya geçti ve kanepeye yayıldı. İşte böyle. Benim yanımdayken rahat olmasını istiyordum. Mutfağa geçtim. Mısırları ve cipsleri koyduğum geniş tabakları ve kola bardaklarını tepsiyle geçirdim içeri.
"Saçmalıyorsun."
Yüzüne baktım. Tepsiyi orta sehpaya koyarken, "Ne var? Ben misafirperver bir adamım," deyip göz kırptım. Gözlerini kaçırdı.
"Kendini benim için yormana gerek yoktu Mazhar."
"Alınma ama bu sana özel değil, her misafirime karşı böyleyim," deyip yanağından makas aldım. Gülerek elime vurdu. "Pisliksin."
Aynı cümlede iki yalan söylemiştim. Birincisi, bu ona özel bir şeydi. İkincisi, benim evime hiç misafir gelmezdi. Sanırım son iki yıldır annem dışında evime giren ilk kişiydi.
"Ee? Ne izleyelim?" Çalışma masamın üzerinde duran bilgisayarımı alıp soluna yerleştim. Çantasından kırmızı bir flashbellek çıkarıp avucuma bıraktı.
"Seçeneklerimizin arasında neler var?" diye sordum bilgisayarı açarken.
"Bir romantik, bir aksiyon, bir gerilim ve bir tane de animasyon filmimiz var."
Suratımı buruşturdum. "Lütfen romantik izlemeyeceğimizi söyle." Omzunu silkti. "Bana fark etmez. İstediğini açabilirsin."
Gerilim filminin adı 1922'ydi. Perdeleri çekip içeriyi daha karanlık bir hale getirdim. Gerçi ikindin vaktiydi, çok da işe yaradığı söylenemezdi. Güneş hala parlaktı.
Filmin ortalarına doğru önümüzdekiler bitmişti ve Sırma'nın tırstığını hissediyordum. Birkaç sahnede irkildi ve buna çaktırmadan güldüm. Film bittiğinde, "Oh. Hiç bitmeyecek sandım," dedi savaştan çıkmış gibi. Burnuna fiske vurdum. "Küçük tavuk."
"Ama kabul et. Korkunçtu."
"Yani, kısmen. En güzel yeri farelerin çocuğun yüzünü yediği yerdi," dediğimde öğürüyormuş gibi yaptı. Karşılıklı gülüştük. Başını kanepenin arkasına yasladı ve tavana baktı. Onu taklit ettim. Omuzlarımız birbirine değiyordu.
Dün kahvaltıdan sonra dersine gitmişti. Gece bir kitap hakkında sohbet etmiştik. Ve bugün anlaşmamızın ilk günüydü. Güzel değerlendirdiğimizi düşünüyordum.
"Evde misin hep?" diye sordu tembel bir sesle.
"Evet."
"Hiç dışarı çıkmaz mısın?"
"Nadir. Markete ya da ihtiyacım olan herhangi bir şeyi almaya çıkarım."
"Para?"
Gülümseyip ona baktım. O da başını bana çevirdi. "Ben Fransızca çevirmeniyim, unuttun mu? Her gün e-postama birkaç sayfa geliyor. Bazen kitap çevirisi istiyorlar. Kelime başına para alıyorum."
"Vay canına. Bu harika," dedi ve yeniden tavana döndü. "Peki evde olmaktan sıkılmıyor musun?"
"Bazen."
"Artık sıkılıyor musun?"
"Yaklaşık iki haftadır, hayır."
Gülümsedi. İki hafta önce tanışmıştık. Ne demek istediğimi anladığını biliyordum. Bu beni gevşetti ve rahatlayarak gözlerimi kapadım. Bir süre o şekilde durdum, iyi hissettiriyordu.
"Mazhar? Uyudun mu?" diye fısıldadığında cevap veremedim. Mayışmıştım ama cevap vermek istiyordum. Sağ yanağımda hissettiğim ince, ılık parmaklar uykumun üzerine atılan el bombası gibiydi. Gözlerimi açmadım.
"Ne değişik bir adamsın sen," diye fısıldadı. Bakışlarını yüzümün her yerinde hissediyordum, hatta bir an yüzüm delinecek sandım. Parmakları sadece birkaç saniye yüzümde durmuştu. Hemen geri çekildi. Gözlerimi hafifçe araladım. Bana değil parmaklarına bakıyordu. Kulağının çevresindeki saçları parmaklarının arasında tutup eziyordu ve geri bırakıyordu. Ne hissettiğini ve neler düşündüğünü deli gibi merak ediyordum.
Uyandığımı (yalandan uykumdan) fark etsin diye yerimde doğruldum. Bana bakıp gülümsedi. "Ben gideyim."
"Seni evine ben bırakmak istiyorum," dedim kısık sesle. Elini ve başını önemli değil der gibi salladı. "Kendim gidebilirim."
"Elbette buna izin vermem, hava karardı," deyip kanepeden kalktım. Anahtarlarımı ve cüzdanımı aldım. O da çantasını sırtına almıştı. "Hadi gidelim güzelim." Kapıyı açtığımda yüzüme garip bir şekilde baktı.
"Erkek arkadaş sözü o Mazhar."
Değildi. Ona böyle seslenmeyi seviyordum. Duymazdan geldim. Hava inanılmaz güzeldi. Ilık bir esinti vardı ve güneş tamamen kaybolmuştu. İlk beş dakika sessizce onun yönlendirmesinde yürüdük.
"Şu an iki anlaşmamız var. Gitgide ikimizinde birer şirket sahibi olduğunu düşünmeye başladım," dedim yüzüne bakıp. Gözlerini bana çevirdi. Al işte. Yine o his.
Kıkırdadı. "Seni ele geçirmeye çalışan bir örgüte üyeyim. Sana anlaşmalarla gelip seni çaktırmadan içten fethediyorum. Haha."
Güldüm. Evi bana o kadarda uzak değildi. İki kilometre falan yürümüştük. Üç katlı bir apartmanda tek başına yaşıyordu.
"Bana eşlik ettiğiniz için teşekkür ederim İlham bey."
Kaşlarımı çattım. "Efendim? İlham mı?"
Duraksadı. "Mazhar dedim."
"İlham dedin."
"Mazhar dediğimden eminim."
Ona birkaç saniye baktım. Kızarmaya başladığını yüzüne vuran sokak lambasından görebiliyordum. Anlamamış gibi yaptım.
"Ben yanlış duydum sanırım," deyip gülerek elimi saçlarıma attım. Tepki vermedi. "Iıı... Hoşça kal. Görüşürüz."
"Görüşürüz," dedi kısık sesle.
Arkamı döndüğümde şaşkınlığım yüzüme yerleşiverdi. Bana ilham demişti.
Onun ilhamı mıydım?
xxx
kitabın eksik yönleri bana bildiriniz lütfen.
seviliyorsunuz. -deniz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
opia
Teen FictionYazar olmak isteyen ama aradığı ilhamı bulamayan bir kadın ve hayallerinin önüne bariyerler dizilmiş yalnız bir adam bir gün aynı klinikte karşılaşırlar. xxx İthaf: Şafak sökerken öten horoza ve kuşlara. Şevval'e. Kedim Bulut'a. Nazlı'ya. Birde kız...