yirmi yedi

2.8K 345 55
                                    

Mazhar'ın gidişinin üzerinden geçen 2 ay sonra

"Şenlik var. Gelsene."

Kaşlarımı hafifçe çatıp şapkamı kulaklarımın altına doğru çekiştirdim. "Kış vakti ne şenliği Beren?"

"Kış şenliği işte. Kartopu savaşı, kardan adam yapma yarışması falan var. Gidelim lütfen. Kafan dağılır belki."

Omzumu silktim. "Canım istemiyor. Kitap üstünde çalışacağım."

Beren sessiz kalınca denizi izlemeye devam ettim. Sabah saatlerinde havanın böyle soğuk olmasını seviyordum. Yüzümü aynı anda öpen güneş ışığı ve serin rüzgar ruhumu gevşetiyordu. 

Vapur durunca yavaş adımlarla Beren'i takip ettim. Çok fazla insan yoktu; içimin kalabalığına tezat bir görüntüydü bu. Parmaksız eldivenlerimi çekiştirdim ve vapurdan inerken tökezledim. Çok fazla dalgın ve dikkatsiz birine dönüşmüştüm. Bu içler acısı bir durumdu. 

"Yüzünü böyle asmandan nefret ediyorum."

Beren'in sitemkar sesine hafifçe tebessüm etmekten başka bir tepki vermedim. Bana göz ucuyla baktı. "Hayır. Asıl nefret ettiğim seni suratı asık birine dönüştüren o aptal çocuk."

Kalbimi dürten bu cümlenin beni köpürtmesini bekledim ama duyulan tek şey denizin dalgalarıydı. "Nefret etme. Haklı sebepleri vardı demek ki."

"Açıklama yapmadan siktir olup giden bir şerefsiz o Sırma. Onu savunup durma!"

Vapurdan inen birkaç insan bize bakıp geri önlerine dönünce Beren gözlerini kapatıp sakinleşmeye çalıştı. İskeleye indik. Sustuk. Kampüse doğru yürüdük. Son zamanlarda hep böyleydik. O bağırıyordu, kızıyordu, beni sarsıyordu. Ben susuyordum. İçim fırtınalı bir denizdi ama dudaklarım ölümüne mühürlenmiş gibiydi. Sorularımın cevabı yokken konuşmanın bir manası yoktu.

"Aşk acın ne zaman son bulur?"

"Aşk acısı çekmiyorum Beren. Bunu konuşmuştuk."

"Sırma. Kes şunu."

Yine yolun ortasında durmuştuk. Omuzları düşük olan beden benimkiydi. Beren ise öfkesinden dimdik durmuştu, dibi gelmiş kızıl saçlarını iki yana savurup duruyordu. 

"Neyi keseyim?"

"Hiçbir şey yokmuş gibi davranmaktan vazgeç."

"Beren... Çünkü hiçbir şey yok."

Yüzüme ilk kez üzüntüyle baktığını gördüm. "Mazhar'ı bulamaz mıyız?"

Mazhar'ı bulmak. O bulunmayı istemiyordu. Bunu net ve keskin bir şekilde göstermişti. Yüzsüzlük yapıp peşinden gitmenin bir manası yoktu. Açıkçası... Artık onu hayatımda istemiyordum.

"Onu istemediğimi biliyorsun."

"Öyle büyük bir yalancısın ki."

"İstemiyorum. Çünkü o da beni istemiyor. Neden bunu yapıyorsun? Neden bana onu hatırlatıp duruyorsun?"

Şaşkınlıkla duraksadı. Sesimin titrediğini ve gözlerime yaşların dolduğunu o an fark ettim. Rüzgar yüzüme çarptıkça göz yaşlarım gözüme batıyordu. Avuçlarımı gözlerime bastırdım ve burnumu çektim. "Ben gerçekten iyiyim. İyi olmak zorundayım. Onu kafamdan atmam gerek çünkü her Allah'ın günü iyi mi, kimle, nerede, ne yapıyor diye düşünmekten zihnim yıprandı," dedim kısık sesle konuşup ucu çamur olmuş botuma bakarak. 

Yürümeye devam ettik. Buna alışmak zorundaydım. Her şeye alışılırdı, yalan mıydı?

&

Soğuk duvara yasladığım başımı doğrultup sağ tarafta açılan kapıya baktım. Nermin teyze bana bakıyordu. "Yine mi geldin sen?"

Bu aksi yaşlı kadın benden nefret ediyordu. Benim bir sokak hayvanı olduğumu düşündüğünden emindim. Bu ev bir ay önce çoktan başkasına kiralanmıştı. Ama ben inatla Mazhar'ın burada olacağını düşünüyordum.

"Mazhar'dan haber geldi mi Nermin teyze?" dedim elimi burnuma sürtüp. Merdivenden kalktım ve onunla göz teması kurdum. Gözlüklerini geriye itip bir süre bana baktı. "Dün beni aradı."

Merdiveni inerken ayağım takılınca yere kapaklanmıştım. İki yanıma yerleştirdiğim ellerim sayesinde yüzüm yere birkaç santim uzaklıktaydı. Gri zeminle bakıştım bir süre. Doğrulduğum an başım döndü ama duraksayacak vaktim yoktu. Nermin teyzenin kapsının pervazına yaslandım ve söyleyeceklerini bekledim.

"Yavaş ol kızım. Deli midir nedir? Tövbe estağfurullah."

"Nermin teyze... Ne dedi sana?" dedim titreyen sesimle. Neden beni aramıyordu? Allah'ın cezası neden bu bunak kadına telefon açıp beni umursamıyordu? Ağlayamadım bile. Dudaklarım titredi. Öylece baktım yaşlı kadının buruşmuş suratına.

"Tedavi oluyormuş. Seni sordu."

Yüreğimin çırpındığını Nermin teyze bile duydu. Gözüme dolan yaşları geri gönderemiyordum. "İyi olup olmadığını merak etti. Buraya gelip kuş gibi tünediğini anlattım. Üzüldü çocuk. Seni eve göndermemi söyledi."

Yutkundum. Üzülmüş. Yalancı çocuk. Pislik. Pis yalancı. Hiçbir şey söylemedim. Asansöre binerken Nermin teyzeye baktım. "Hoşça kal Nermin teyze. Bir daha gelmeyeceğim. Ona da söylersin."

xxx


opiaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin