13. gün
Yüzüme vuran ılık rüzgar gözlerimi aralamama yardımcı oldu. Boynum tutulmuştu ama bu pek umurumda değildi. Yattığım yerden doğruldum ve saçlarımı karıştırdım. Dün akşam eve gelişimi ve Mazhar'ı bekleyişimi hatırladım. Nefesimi tuttum. Ona sarılmıştım. Çok farklı ve... Güzel bir histi.
"Günaydın uyuyan güzel." Başımı kapıya çevirip aralık kısımdan bana bakan kahverengi gözlere baktım. Yüzünde tatlı bir tebessüm vardı. Gözünün morluğu ve dudağındaki yaraya rağmen çok güzel görünüyordu. Babasının açtığı yaralarına bakmak içimi acıtmıştı. Neler olduğunu merak ediyordum.
"Kim öptü beni?" dedim gözlerimi kapatıp başımı geri yastığa koyarken.
"Ne?"
Sesindeki şaşkınlık beni güldürdü ve gözlerimi açtım. "Uyuyan güzel öpülerek uyandırılmıştı."
"Öyle miymiş? Bir dahaki sefere denerim?" deyip pislik gibi sırıttığında başımın altındaki yastığı çekip hızla kapıya fırlattım. Tabii ona değmeden kaçmıştı. Yastık yumuşakça kapıya çarpıp yere düştü.
"Sapık!" diye bağırdım arkasından. Sonra kendi kendime güldüm. Adamın yatağını işgal eden bendim...
Yataktan kalkıp belimden kayan eşofmanı çektim ve bağını sıkıca bağladım. Şalvar giymiş gibi duruyordum ama idare edecektim, yapacak bir şey yoktu.
Mutfağa girdiğimde patates kızartmasından gelen çıtırtı seslerini duydum; tıpkı evdeymişim gibiydi. Bu düşünce beni gülümsetti. Sandalyeye oturdum ve onu izlemeye başladım. Salatalıkları ince ince keserken işine odaklanmış gibi görünüyordu.
"Seninle evlenecek olan kadın çok şanslı," dedim gülerek. "Sen doğuştan aşçısın."
Omzunun üzerinden bana bakıp göz kırptı. "Yakışıklıyım, zekiyim ve eğlenceliyim. Bunlar da şanslı olması için birer neden."
Göz devirip sırıttım. "Yakışıklı değilsin. Zeki, belki. Eğlenceli olmak konusunda haklısın,"dedim kollarımı göğsümde bağlayıp. "Hah," diye homurdandı küçümsemeyle. "Çirkinsin diye insanların tipini kıskanma cadı."
Sağ elimin işaret parmağını kendime çevirip iri gözlerle sırtına baktım. "Ben mi? Ben mi çirkinim? Senden daha yakışıklı olduğum kesin."
"Sen dişisin mal."
"Sen nesin?"
Hayretle bana döndü. "Pipi göstermece oyunu mu bu?"
Gözlerim iri iri açıldı. Sonra iki elimle gözümü kapatıp çığlık attım. "Saçmalama! Utandırma beni! Öyle bir şey ima etmedim!"
Kocaman bir kahkaha attığında ellerimi indirip kaşlarımı çattım. Elleri karnındaydı ve çok tatlı gülüyordu. En sonunda durup gözünden gelen yaşı sildi. "Salak kız."
"Sapık çocuk."
"Domuzcuk."
"Maymun."
"Fil boku."
"Hey," dedim yüzümü buruşturup. "Bu ağırdı."
Düşünürmüş gibi yaptı. "Haklısın," deyip patates kızartması dolu olan tabağı masaya koydu. "Ama hak ettin." Kulağını tutup azıcık çekiştirdim. Hafifçe elime vurdu ve sırıtarak yerine oturdu.
Sessiz bir kahvaltı yaptık. İyi hissediyordum. Onunla tanışalı bir ay olmuştu. Bana iyi geliyordu. Henüz haberi yoktu ama kitabın çoktan seksen sayfasını bitirmiştim. İlham, karşımda oturuyordu.
"Ne düşünüyorsun?" diye sordu kahve fincanının üzerinde parmağını gezdirirken. Kahvemden bir yudum aldım. "Seninle ilgili birkaç şeyi," dedim kısık sesle. Bana bakıyordu, göz ucuyla görüyordum ama ona bakmadım. O his... Opia. Bana tuhaf hissettiriyordu.
"Neyi?"
"Daha önce sevgilin oldu mu?"
"Ne? Ne için soruyorsun?"
Omzumu silktim. "Merak ettim." Birkaç saniye bekledi. Nefesini üfleyip başını olumlu anlamda salladı. "Evet. Birkaç tane."
"Hiç aşık oldun mu?"
"Hayır. Sen?"
"Sanırım olmuştum."
İlgiyle bana baktı. Son yudumumu alıp tabağı, çatalı ve fincanı tezgaha taşıdım. Konuşmamı bekliyordu ama susmaya devam ettim. Bulaşık makinesini açıp sudan geçirdiklerimi içine yerleştirdim. Hala oturuyordu. Başımı kaldırdığımda göz göze geldik.
"Bakma öyle. Konuşmak istediğim bir konu değil," dedim başımı omzuma doğru yatırarak. Ayağa kalkıp masadaki boşları topladı ve tezgaha koyup bana döndü. Yaslandığım yerle onun arasında kaldığımda gözlerine bakmak yerine dudaklarına baktım. Yüzlerimiz ve vücudumuz arasında birer karışlık mesafe vardı.
"Benimleyken rahat olabilirsin," dedi. Sesinin tonu midemi gıdıkladığında göğsüne vurdum. O benimleyken rahat değildi ama benim rahat olmamı bekliyordu. Ona kızgındım. Bir anda bırakıp gittiği için kızgındım. Ve onun için üzgündüm. Yaşadığı şeyler için ve çektiği acı için.
"Neden yanında olmama izin vermedin ki?" dedim bakışlarımı gözlerine çıkardığımda. Gözlerime değil başımın üzerine bakıyordu. "Neden üzgün olduğumu söylememe izin vermedin? Neden özür dilemem izin vermedin?" Sesim gittikçe kısılıyordu ve gözlerimin dolduğunu yüzü bulanıklaştığında fark ettim.
Elini yanağıma yasladığında gözlerim kapandı. Yaşlar taşmasın diye gözlerimi sıkmıyordum ve varlığı etrafımı saran güzel bir koku gibiydi. Gözlerimi açtım. Burnu kızarmıştı ve sessizce göz yaşı döküyordu. Yüzünden gülücük düşmeyen adam, karşımda ağlıyordu.
Ne yapacağımı bilemeyip donakaldım. Öylece durduk. O sessizce ağladı, ben de tişörtüne tutundum. Birkaç dakika sürmüştü. Geri çekildiğinde nefesimi tuttuğumu fark ettim. Başım dönmeye başlamıştı. Sandalyeye oturdu. Hiç ses çıkarmadan diğer boşları da makineye yerleştirdim. Kapağını kapatıp ellerimi yıkadım ve onun karşısına oturdum. İki kolunu masanın üzerinde birleştirmiş, çenesini de kollarının üzerine yaslamıştı. Masanın üzerinde duran kaktüsleri boş bakışlarla izliyordu.
Küçük bir oğlan çocuğu gibiydi. Saçlarına uzanan ellerimi durdurmadım. Kıvırcık ve dalgalı karışımı saçlarına elimi daldırdım ve nazikçe okşadım. Gözleri kapandı. Bu adamda ne vardı? Neden buradaydım? İş sadece ilhamı bulmak değildi, biliyordum. Beni bu adama çeken şey neydi?
Uyuduğunu düşünüp elimi çektim ve bakışlarımı tavana sabitledim. Kafamda milyon tane soru ve düşünce vardı. En büyüğü ise yanıp sönen bir tabela gibiydi zihnimin içinde. Ben bu adamla ne yapacaktım?
xxx
ŞİMDİ OKUDUĞUN
opia
Teen FictionYazar olmak isteyen ama aradığı ilhamı bulamayan bir kadın ve hayallerinin önüne bariyerler dizilmiş yalnız bir adam bir gün aynı klinikte karşılaşırlar. xxx İthaf: Şafak sökerken öten horoza ve kuşlara. Şevval'e. Kedim Bulut'a. Nazlı'ya. Birde kız...