12. gün
Yağmurun üzerimde bıraktığı izler huzurlu hissettiriyordu. Sonbahar artık kendini belli ediyordu. Hava soğuktu ve üzerimde ceketim yoktu.
Sırma beni gerçekten aramamıştı. İyi ki de aramamıştı. Yoksa onu geride bırakmak zor olurdu. Gerçi şu anda pek geride bırakmışa benzemiyordum.
Apartmanın önüne geldiğimde cebimden anahtarımı çıkarmıştım bile. Asansöre bindim ve aynadaki dağınık adama baktım. Sakallarımı bu sabah kesmiştim. Yüzümün solgunluğu çok daha belirgindi.
Asansör durduğunda anahtarı elimde salladım. Kapı iki yana açıldı ve ben asansörden çıktığım an donakaldım.
"Sırma?"
Saçları sırılsıklamdı. Üzerinde siyah bir yağmurluk vardı. Kapımın önünde ayakta duruyor ve direkt olarak gözlerime bakıyordu. O his...
Bana doğru yaklaştı. Bir anda belime sarıldığında gözlerim iri iri açıldı. Ne. Kalbime ne oluyordu?
Kollarımı omuzlarına sardım ve gözlerim kapandı. "Hey, sen iyi misin?" diye sordum geri çekilmeye çalışırken. Yüzünü görmek istiyordum. Ama o kollarını gevşetmemişti.
"Özür dilerim."
Sensörlü lamba kapandığında karanlıkta kalmıştık. Dışarıda kopan fırtınanın sesi içeriyi dolduruyordu. Yağmurun şakırtısı yanımızda yürüyen biri gibiydi.
"Önemli değil."
"Arkadaşın olmaya devam etmek istiyorum."
"Artık arkadaşım olamazsın," dedim saçlarının kokusu burnuma geldiğinde. Vay canına. Çok güzel kokuyordu.
"Seni yargılamayacağım."
"Bana kızacaksın."
"Geçmişinde yaptıklarından pişman mısın? Yaşananlardan pişman mısın?" diye sordu yüzünü omzumdan çekmeden.
Duraksadım. "Evet. Elbette."
"O zaman sorun yok."
Karanlıkta ıslak bir şekilde sarılmaya devam ettik. Kokusu uykumu getirmişti. "Hastalanacaksın," diye mırıldandı uykulu bir sesle. "Sen de," deyip bir elimi saçlarına götürdüm. Islak saçlarını okşayıp onu hafifçe kendimden uzaklaştırdım. "İçeri girelim."
Sensör tekrar yandığında kapıyı açtım ve onun içeri girmesini bekledim. Lastik botları vardı ve ayakları kupkuruydu. Benim için aynı şey geçerli değildi. Donuma kadar ıslaktım ve bu gerçekten mübalağa değildi.
O içeri geçtiğinde ben kapıda soyunmuştum bile. Pantolonumu çıkarmak için banyoya ilerledim. Kıyafetlerimi çıkarırken Sırma'nın sesini duydum. "Bana ödünç bir eşofman altı vermek ister misin?"
Kapıya yaklaşıp içeri seslendim. "Dolabımdan alabilirsin." Bir dakika. Of kahretsin. Ben şimdi eşyalarımı nasıl alacaktım ve nasıl giyecektim?
Bornozumu üzerime geçirdim ve beklemeye başladım. Giyinip çıkması çok uzun sürmezdi herhalde. Kapıyı açıp odamın olduğu tarafa seslendim. "Sırma? Giyindiysen geliyorum. Ve seni uyarıyorum bu bornozun altında çıplağım ve ben gerçekten utangaç bir herifim."
Ses gelmemişti. "Sırma?"
Lavaboya geçmiştir diye düşünüp odaya girdim. Yatağımda uzanıyordu. Ve uykuya dalmış gibi görünüyordu. Islak saçlarla.
Kıyafetlerimi çabucak alıp banyoya geri girdim. Üzerimi giyinip saçlarımı kuruladıktan sonra odama geri döndüm. "Sırma. Uyan. O saçlarla hasta olursun."
"Önemli değil," dedi ağzının içinde.
"Sırma. Kalkmazsan yüzüne su dökerim."
"Kalkmak istemiyorum," dedi gözlerini hafifçe açarak. Ardından geri kapattı. Alnına dokundum. Ateşi yoktu, gayet iyiydi. Yalnızca yorgun olmalıydı. Banyodan saç kurutma makinesini getirip fişe taktım. Düşük ayarda çalıştırıp saçlarını kurutmaya başladım. Ruhu duymuyor gibiydi. Başından yere düşen havluyu yatağın başlığına attım. Saçları çok güzel kokuyordu. Şampuanın kokusunu merak etmiştim.
Elimle tarayarak dalgın bir şekilde saçlarını kuruttum. İşim bittiğinde uykumun geldiğini hissettim. O an ki dalgınlıkla yüzüne bakmaya başladım. Küçük bir çocuk gibiydi. Sakin ve huzurlu görünüyordu. Sağ yanağını hafifçe okşayıp gülümsedim. Ardından yataktan kalktım ve oturma odasındaki koltuğa kıvrıldım.
Ben şimdi ne yapacaktım?
xxx
ŞİMDİ OKUDUĞUN
opia
Teen FictionYazar olmak isteyen ama aradığı ilhamı bulamayan bir kadın ve hayallerinin önüne bariyerler dizilmiş yalnız bir adam bir gün aynı klinikte karşılaşırlar. xxx İthaf: Şafak sökerken öten horoza ve kuşlara. Şevval'e. Kedim Bulut'a. Nazlı'ya. Birde kız...