4.8

3K 225 110
                                    


Yaklaşık iki gündür Jungkook'la konuşmuyorduk. Ne o beni, ne de ben onu aramıştım.

Saçma sapan bir şekilde ayrılmış gibiydik. Kızlarla konuştuğum kadarıyla onların da haberi yoktu. İrademe yenik düşerek telefonu elime aldım ve numarasını tuşlayıp kulağıma götürdüm.

Çalıyordu ama telefonu açan yoktu. Üçüncü arayışımda kapanmaya yakın telefon açıldı ve garip bir nefes sesi duyuldu.

"Alo?" Sesi boğuk geliyordu.

"Jungkook? İyi misin?" dediğimde öksürdüğünü işittim.

"Değilim." Tekrar öksürdü.

O sırada karşı taraftan telefon kapandı. Tekrar aramaya çalıştığımda ise 'aradığınız kişiye şu anda ulaşılamıyor' sesini duydum.

Telefonunu mu kapatmıştı? Bir şeyler dönüyordu, iyi değildi.

Sandalyeden fırladığım gibi doğru odama gittim ve dolabımı açıp içinden açık pembe renginde bir bluz ve altına da yüksek bel bir mom jean çıkarıp giydim. Deri ceketimi ve siyah deri botlarımı da giydiğimde ışık hızıyla çantamı hazırladım. Hava yağmurluydu, bu yüzden taksiyle gidecektim.

Evde olup olmadığını da bilmiyordum, belki başka bir yerde kalıyordu. Taksi gelene kadar Jimin'i aradım. Ne olup bittiğini kesin biliyordur o.

Açtığında lafı uzatmadan direkt konuya girdim. "Jimin, Jungkook'un nerede olduğunu biliyor musun?"

Boğazını temizledi. "Evinde olması lazım, noldu Rosé? Sesin telaşlı geliyor." dediğinde yüzümdeki sert ifade yerini endişeye bıraktı.

"Bilmiyorum, onu aradım. Kötüydü, iyi değilim dedi, size bir şey söylemedi mi?"

"Birkaç gün önce arayıp biraz kafa dinleyeceğim ben, önemli bir şey olmadıkça aramayın dedi, biz de üstüne gitmedik. Kavga mı ettiniz?"

"Tartıştık biraz." dediğim sırada taksinin buraya geldiğini gördüm. "Neyse şimdi kapatmalıyım."

"Hoş çakal Rosé. Ona ulaşırsan bizi de haberdar et." deyip telefonu kapattı.

Taksiye bindiğimde adresi verdim ve gidene kadar huzursuzlukla dışarıyı izledim.

Onu yalnız bırakmamalıydım, o gece bir anda parlamıştım. Normalde çok kıskanç biri değildim ama Mina'nın olayın içinde olması beni delirtiyordu.

O gece de iyi değildi, suratında boncuk boncuk terler vardı.

Tanıdık evi görmemle çantamdan ücreti çıkardım ve ödeyip taksiden indim. Hızlı adımlarla kapıya ulaştığımda zile bastım, açan yoktu. Uzun uzun bastığım ziller, kapıyı çalmalarım hiçbir işe yaramamıştı, kimse açmamıştı.

Hatırladığım şeyle arkamı döndüm, geçenlerde muhabbet sırasında evinin bir yedek anahtarı olduğunu söylemişti, kolonun önündeki saksının içinde gömülü bir anahtar.

Hemen saksının yanına çöktüm ve büyük taşları kaldırarak altlarına baktım. Sonunda bulduğumda hafızama teşekkür ederek kapıyı açtım ve içeri girdim.

play me like a violin Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin