3.6

3.7K 345 197
                                        


Herkesle birlikte şok olmuş bir şekilde Jungkook'a bakarken o, hiçbir şey olmamış gibi Jun-hoe'e bakıyordu.

"Sevgilin mi?" Kekeleyerek konuşmuştu. Etraftakilerin sesi yükseldiğinde gözlerimi kapattım ve nefesimi dışarı verdim.

"Evet sevgilim. Bir daha beni ya da Rosé'i rahatsız edersen buradan bilincin açık bir şekilde çıkamazsın. Şimdi buradan siktirip gidiyorsun." dedi ve elimi tutup kalabalığı yararak eve girdi. Sevgili değildik, insanların içinde bunu söylemesini anlamıyordum ama şuan elimi çekip onu yüzüstü bırakamazdım. Üst kata çıktığımızda koridorun sonundaki odaya girdik. Yatak odasıydı ve evin arka tarafına bakıyordu.

Hâlâ el ele tutuştuğumuzu fark ettiğimde elimi bıraktı ve gömleğini çıkartırken gardıroba yöneldi. İçinden siyah bir tişört aldıktan sonra gömleğini bir çırpıda üzerinden attı ve tişörtü giydi. Elini yıkamak için odanın içindeki banyoya gireceği sırada konuştum. "İlk yardım kiti var mı?"

"Solundaki çekmecede olması lazım." dedi ve yüzüme bile bakmadan banyoya girdi.

Çekmeceyi açtım ve içinden çantayı aldım. Yatağın ucuna oturdum ve pansuman için gerekli malzemeleri çıkardım. Çıktığında ve beni yatağın üstünde beklerken gördüğünde bir saniyeliğine duraksadı. "Gel de pansumanını yapayım." Pamuğa tentürdiyot dökerken yanıma oturdu. Önce suratına baktım, gözlerim direkt gözüne doğru kan süzülen kaşına kaydı. Pamuğu kaşına bastırdığımda dişlerini sıktığını gördüm.

O dikkatle yüzümü incelerken ben de müthiş bir ciddiyetle yarasını temizliyordum. Bandı kaşına yapıştırdıktan sonra sıra eline gelmişti. Parmak boğumları kızarmıştı ve elinin üstü yumruk atmaktan hafif parçalanmıştı.

Nefesimi dışarı verdikten sonra elini ellerimin arasına aldım ve ilaçlı pamuğu elinin üstüne bastırdım, bu sefer herhangi bir tepki vermemişti. "Bana kızgın mısın?"

Başımı kaldırdım ve gözlerinin içine baktım. Az önce fırtınalar kopan gözleri şimdi durgundu. "Neden sevgili olduğumuzu söyledin?" Sakince sorduğum soruya tam da beklediğim gibi bir cevap vermişti.

"Bilmiyorum. Seni ondan uzaklaştırmak istedim sadece." Yüzünde suçluluk duygusu vardı, sanki demek istememiş de yanlışlıkla söylemiş gibi. "İstersen aşağı inip böyle bir şey olmadığını söyleyebilirim."

Bir kere söylemişti, inkâr etse bile aşağıdakilerin buna inanacağını sanmıyordum. Ayrıca orada beni korumak için böyle bir yalan uydurmuştu, ne olursa olsun geri adım atmasını ve yalan söylediği için küçük duruma düşmesini asla istemiyordum.

"Hayır, bunu istemiyorum." dedim başımı onaylamazca sallarken.

"Emin misin?"

"Eminim Jungkook" Elini temizlemeye devam ettim. Sesini çıkarmıyor, sakince bekliyordu. Sargı bezini eline sardım ve elini dizime koyup eşyaları çantaya geri kaldırdım.

"Özür dilerim"

"Özür dileme, olan oldu artık." dedim tekrar elini ellerim arasına alırken.

"Yani bana kızgın değilsin?" Eğilip suratıma baktı. Başımı olumsuz anlamda salladığımda nefesini dışarı verdi ve yüzünde küçük bir gülümseme oluştu. Kesinlikle yüzsüzü.

O sırada kapı tıklatıldı ve Hoseok başını içeri uzattı.

"Hey gençler, iyi misiniz?" deyip gözlerini bizde gezdirdi, bakışları ellerimde olan eline kayınca hemen elini serbest bıraktım.

"İyiyiz hyung, bir şey yok."

"Lisa aşağıdakileri kovdu, biz bize kaldık. İnmek isterseniz aşağıda armutlarda oturuyoruz." Kapıyı kapatıp çıktığında bakışlarımız birbirine kaydı, hâlâ gülüyordu.

"Kendi doğum günü partini mahvettin ve şuan gülüyorsun. İyi olduğuna emin misin cidden?" Acır ifadeyle ona baktığımda şen kahkahası odada yankılandı.

"Hiç bu kadar iyi olmamıştım." Keyfi yerine gelmişti.

"Aşağı inelim o zaman." Ayağa kalktığımda tam adım atacaktım ki ayakkabımın topuğu yere kadar uzanan yatak örtüsüne takıldı ve dengemi sağlayamayarak daha yeni ayağa kalmış Jungkook'un üstüne doğru savruldum. Birlikte yatağa düşerken ağzımdan ufak bir çığlık firar etti ve beklemediğim bir şey oldu. Dudaklarım Jungkook'un dudaklarının hemen yanına değdi. Şokla başımı kaldırdığımda onunda benden aşağı kalır yanı yoktu. Öpüşmemiştik ama bu bile kalbimin depar atmasına yetmişti.

Pozisyonumuz hiç hoş değildi, içeri giren biri bizi böyle görse çok yanlış şeyler düşünebilirdi. Vücudum vücudunun üstündeydi ve yüzlerimiz birbirine çok yakındı. "Özür dilerim ben, ayağım takılınca dengemi kaybettim."

Titreyen vücudum ile doğrulmaya çalışırken ellerimle yataktan destek aldım ve ayağa kalktım. O da oturur pozisyona geçti ve ellerimi tutup beni çekti. Ayakta, tam önünde dikiliyordum.

Dudaklarımız buluşmamasına rağmen bu hâle geliyorsam buluştuğunda ne olurdu düşünmek bile istemiyordum. Ben ne ara bu çocuktan bu kadar hoşlanmıştım?

"Daha ne kadar uzatacaksın? Kalbin çoktan benimkiyle bağ kurdu. Ama sen ne zaman kabul edeceksin? Sana dokunduğumda, seni öptüğümde nasıl titrediğini ben biliyorum, aynı şeyleri ben de yaşıyorsam bunun bir adı olmalı." Ellerimi boynuna doladı ve beklemediğim bir anda ayağa kalktı. Elleri belime ulaştığında birbirimize çok yakındık.

Yüzünü yüzüme yaklaştırmaya başladığında geri çekilmemiştim, artık ne olacaksa olsun istiyordum. Uğraşmak istemediğim insanları, Mina'yı bir kenara bırakıp artık mutlu olmalıydım. Onu da kendimi de yeterince bu sevgiden mahrum bırakmıştım zaten.

"Seni seviyorum Rosé." dedi ve dudaklarını benimkilerle birleştirdi.

play me like a violin Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin