3.4

4.1K 321 89
                                    


Gözlerimi açtığımda omuzumda hissettiğim ağırlık ile bakışlarımı oraya çevirdim. Jungkook'un kafası omzuma yaslıydı ve uyuyordu. Beklerken uyuyakalmıştık ikimiz de. Gözlerim saat arıyordu ve birkaç saniye sonra odağını buldu, yediye çeyrek vardı.

Eunwoo ortalıkta görünmüyordu. Jungkook'u uyandırmamak için ağır hareketlerle kafasını omzumdan kaldırdım ve odaya bakmaya gittim. İçeride kimse yoktu ve Buddy -köpeğin adını gerçekten de Buddy koymuş şapşal çocuk- sedyenin üzerinde uyuyordu. Sırtını okşamaya başladım, bir yandan da sanki beni duyacakmış hatta duysa bile anlayacakmış gibi konuşuyordum.

"Lütfen iyi ol, lütfen bizimle kal Buddy."

Kapı açıldığında Eunwoo elinde bir poşetle içeri girdi. "Atıştırırsanız diye büfeden bir şeyler aldım."

"İyi yapmışsın." dedim hâlâ sırtını okşadığım Buddy'e dönerken.

"Hiç mi yolu yok Eunwoo?" Umutla sorduğum soruyla başını bana çevirdi.

"Aslında büyük ihtimalle ilaç tedavisine başlarlar ama bu çok masraflı ve yorucu olur. Köpeğin mücadelesine de bağlı tabii." dediğinde gözlerim şaşkınlıkla açılmıştı. Demek bir yolu vardı. Tedavisine elimden geldiğince ben de katkıda bulunurdum.

"Kurtuluş yolu var yani." dediğimde başını salladı.

"Tüm masraflarını karşılarım yeter ki o iyi olsun." İçeri giren Jungkook'un bakışları Eunwoo'nun üzerindeydi, biz de ona bakıyorduk.

Kenardaki sandalyeye oturduğunda Buddy'e bakıyordu.

Eunwoo'nun getirdiği şeyleri atıştırdıktan sonra Buddy'le birlikte hastaneye gittik, Jimin ve Namjoon'da gelmişti.

İlaç tedavisine başlayacaklardı, kalbinin dayandığı yere kadar çabalayacaklardı. Buddy o küçücük vücuduna rağmen çok güçlü bir köpekti ve doktor da tedavinin olumlu yanıt vereceğini düşündüklerini söylemişti.

Hastaneden çıktıktan sonra Jungkook'un evine gitmiştik. O da artık daha sakindi, rahatlamıştı en azından ve şu anda duş almak için odasına çıkmıştı. Tabii bana da birkaç kıyafet vermişti çünkü dünkü kıyafetimle duruyordum ve bu elbise cidden rahatsız ediciydi. Siyah, üzerinde metalik yazılar olan ve bana oldukça büyük olan tişörtü üzerime giydim. Dizlerimin biraz üstünde bitmişti, çok kısa değildi, bundan çok daha kısa elbiseler giymiştim o yüzden kısalığını pek umursamadım.

Acıkırsam dolapta yemek olduğunu ısıtıp yememi söylemişti Jungkook. Ama acıkmamıştım sadece evini dolaşmak istiyordum, nereden geldiğini bilmediğim bir dürtüyle.

Salondaki DVD'lere bakıyordum ki merdivenlerden gelen ayak sesiyle bakışlarım nemli saçları ve siyah eşofman takımıyla aşağı inen Jungkook'a kaydı.

Direkt mutfağa geçti ve buzdolabını açtı, acıkmış olmalıydı. Yanına gittiğimde dolaptan tenceredeki yemekleri çıkardığını gördüm. Bakışları bana kaydı ve üzerimdeki tişörtü süzdü. "Yakışmış, bu tarzı sevdim." Gülümsedim, şampuanının kokusu burnuma kadar geliyordu.

"Acıkmadın mı?" dediğinde başımı olumlu anlamda salladım.

Yemekleri ocağa koyduktan sonra  dolaptan tabakları çıkardı ve masaya koydu. "Bir şey içer misin? Kahve, çay?"

"Kahve" Kahve makinesine yöneldi ve bana kahve yapmaya başladı. Sadece onu izliyordum, dün onu ilk defa ağlarken görmüştüm ve bu kolayca unutabileceğim bir görüntü değildi. Aramızdaki bağın çok daha fazla güçlendiğini hissettim, bundan sonra birbirimize daha sıkı tutunacaktık.

play me like a violin Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin