4.5

3.1K 219 60
                                    


Çalan telefonu açmak için battaniyeyi üzerimden attım ve gözlerim kapalıyken elimi komidinin üzerinde gezdirdim. Nihayet telefonumu bulduğumda kim olduğuna bakmadan aramayı cevapladım.

"Alo?"

"Rosé" Arayan Jungkook'tu. Devam etti. "Naber?"

"Kötü. Yatağımda ölümümü bekliyorum." dedim ve yutkundum. Boğazım fena kurumuştu ama kalkıp su içecek halim yoktu.

"Bir şey mi oldu? Sesin bir garip geliyor." Sesinden telaşlandığı anlaşılıyordu.

"Önemli bir şey yok, biraz halsizim o kadar." Konuşurken gözlerimi zorla açtım. Arkadan garip sesler geliyordu, anahtar sesi duyuldu ve sonra kapı kapandı.

"Yirmi dakikaya geliyorum." deyip kapattı. Telefonu karnıma koydum ve gözlerimi tekrar yumdum.

Ne kadar geçti bilmiyorum ama kapı çaldığında kendimi yatağımdan zorla attım ve odadan çıkıp kapıya doğru sendeleyerek ilerledim.

Açtığımda karşımda kaşlarını çatmış bir adet Jungkook vardı. Zar zor açık tuttuğum gözlerimle ona baktım. "Bu halin ne Rosé?" dedi ve içeri girdi. Dün duş aldıktan sonra kurutmaya üşendiğim için kabarmış saçlarım, kuruluktan çatlamış dudaklarım, şişmiş suratım ve daha sonbaharda olmamıza rağmen üzerime giydiğim kat kat kışlık kıyafetlerim yüzünden böyle demiş olmalıydı.

"Bir de önemli bir şey yok diyorsun. Daha ne olsun?" derken hızlıca ceketini çıkardı ve asıp bana döndü.

Elini alnıma yasladığında gözleri büyüdü. "Yanıyorsun Rosé." Sağ ol ya ben bilmiyordum tavşan çocuk.

İlk kez ağzımı açtım. "Çok halsizim ve üşüyorum." Üzerimdekini kalın hırkama daha fazla sarındım ve dönüp odama ilerledim.

Arkamdan geldiğini adım seslerinden anlamıştım. Yatağıma girdim ve yorganı burnuma kadar çekip gözlerimi kapattım.

"Terimiz soğumadan önce seni eve getirmeliydim, özür dilerim." dedi. Kendini suçlayacağını biliyordum.

"Kendini suçlama. Arada böyle hasta olurum ben." Gözlerimi açmadan konuştum.

Yorganın ucu kalktı ve yatağın sol tarafına girdi. Eli yorganın içinden elimi tuttuğunda konuştu. "Terlemiş gibisin, biraz daha terle sonra da ılık bir duş al. Baktık ateşin düşmedi o zaman hastaneye gideriz." dedi.

Kendimi ona doğru döndürdüm, nefesi suratıma çarpıyordu. O da ne demek istediğimi anlamış gibi belimi kavradı ve vücudumu kendine daha çok yaklaştırdı. Bu şekilde daha çabuk terleyebilirdim.

Aklıma gelen şeyle dudaklarımı yavaşça araladım. "Sen beni niye aramıştın?"

"Akşam yemeğe çıkalım mı diye soracaktım." dedi.

"Üzgünüm" dedim dudaklarımı büzerken.

Eliyle saçlarımı okşuyordu. "Sen iyileşince gideriz." Eğilip alnıma bir öpücük kondurdu. "Şimdi düşünme bunları, terlemen lazım."

Uyur uyanık arası geçen bir buçuk saatin sonunda su gibi olmuştum. Elimde temiz kıyafetlerim ve çamaşırlarımla banyoya girdim. Önce soğuk suyla sonra da ılık suyla yıkandıktan sonra kurulanıp kıyafetlerimi üzerime geçirdim. Sanki uzun bir süre spor yapmamış, yapınca da her yerim acımış, hamlamış gibiydi.

Başımda havluyla kapıyı açtığımda evin yemek koktuğunu fark ettim. Jungkook yemek mi yapıyordu?

Hırkamın fermuarını çekerek mutfağa girdim. Gerçekten bir şeyler hazırlıyordu. Geldiğimi fark ettiğinde yüzünde bir gülümseme oluştu ve işini bırakıp elini alnıma koydu. "Güzel, ateşin baya düşmüş. Sana çorba yaptım onu da içersin, midene bir şey girmiş olur. Sonra da tekrar yatağa." Sırtıma kollarını doladı ve bana sarıldı. Ben de ellerimi beline koydum ve başımı göğsüne yasladım.

play me like a violin Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin