19 • Dear Jane.

1.4K 136 111
                                    

Elise

Dave'i takip edip kafenin kapısından içeri girdiğimde gergindim. Çok aşırı ya da absürt bir şey değildi yapacağım ama istediğimi alamazsam dersten kalma ihtimalim vardı ve bunu göze alamazdım.

Dave de, İngiliz topraklarındaki en yakın arkadaşım, bana şu çocuktan bahsetmişti. Bir üst sınıftaydı ve döneminin birincisiydi. Ondan giremediğim -kısmen Dave yüzünden- derslerin notlarını alabileceğimizi umduğunu söylemişti.

Elbette bunu yapmak gibi bir zorundalığı yoktu ve duyduğuma göre notlarını parayla satan tiplerden de değildi. Sadece fazlasıyla gıcık olduğunu ve notları almak için gıcıklığına katlanmam gerektiğini söylemişlerdi. Eh, biraz gıcıklığa dayanabilirdim herhalde.

Adımlarım beni arkadaşımın peşinden sürüklerken, o köşedeki bir masada oturan küçük bir arkadaş grubuna ilerliyordu. Sonunda elini tanımadığım bir kızın sandalyesinin arkasına yaslayarak masadaki üç kişiye selam verdi.

Bunlardan biri sarı saçlı ve mavi gözlü bir çocuktu.  Büyük bir açlıkla önündeki çikolatalı pastayı çatallıyordu. Sağ tarafında, Dave'in sandalyesine yaslandığı kız oturuyordu. Kısa siyah saçları ensesine dökülmüştü. Ama ben hiçbirini umursamadım çünkü aradığım kişinin bu ikisi olmadığını biliyordum.

Dave bana ve kendisine bir sandalye çekeceği sırada sarışın olan çocuğun telefonu çaldı ve sanki açtığı takdirde ne olacağını bilirmişçesine bir hüzünle önce telefonunun ekranına sonra da yarım kalmış çikolatalı pastasına baktı.

Telefonu açıp kulağına görürdükten sonra karşı tarafın konuşmasına izin vermeden "Tamam, geliyoruz." dedi. Farklı bir aksanı vardı ama tam çıkaramamıştım.

Yanında oturan kızın kolunu dürtüp kalkmasını işaret etti. Ardından notları isteyeceğimiz çocuğa bakıp "Pastamın hakkını ver hayatım, hesaplar da sende. Sona kalan dona kalır." 

Çocuk gözlerini devirip saçlarını karıştırdı ve ardından "Hesabı hep bana kitleyin zaten, acısını çıkaracağım bunun." dedi ama sesinde sinirden çok mizah vardı.

Biz de kalkanlarla vedalaştık -ki onları tanımıyordum- ben de kızın yerine oturdum. Dave koluma dokunup "Her zamankinden alıp geliyorum." dediğinde başımı salladım.

İşte, esas çocukla baş başa kalmıştık.

Gülümseyerek elini uzattı.

"Ben Harry,"

Uzattığı elini tutup "Ben de Elise," diye mırıldandım ama bu kaşlarını çatmasına sebep oldu.

"Amerikan kokusu alıyorum," Dedi bununu kırıştırarak. Aksanımı farklı bulmuş olmalıydı. Ardından merakla ekledi. "Ve?"

"Ve ne?" Dedim elimi elinden çekerken. Başka ne dememi bekliyordu ki?

Ben de Elise ve hizmetinizdeyim efendim?

"Yani, tam adını sormuştum?" Diyerek açıkladığında bunun ne işine yarayacağını anlamasam da daha fazla uğraşmamak için söyledim.

"Elise Jane Lovelace."

"Ah, işte! O zaman memnun oldum Jane."

Suratından silmediği bir gülümsemesi vardı ve bu bir süre sonra insanı sinir ediyordu. Ayrıca ben Jane ismini kullanmıyordum bile.

"Ben Elise'i kullanıyorum."

"Ama ben sana Jane diyeceğim."

Gözlerimi yumup derin bir nefes aldım. Gerçekten gıcıktı. "Ama ben bana Jane demeni istemiyorum." Diye üstüne basa basa konuştum.

"Tamam," Dedi. "Sana açıklayacağım Jane. Bak şimdi," Dirseklerini masaya yasladı ve ellerini birleştirdi. "Benim adım Harry Edward Styles. Ama herkes bana Harry der, ben onlara iki ismimi birden söylediğimde bile, ki genelde öyle yaparım. Bana Harry demeyi kendileri seçerler çünkü bende tam bir Harry görürler."

Başını hafifçe yatırıp genişçe gülümserken devam etti. "İsimlerin, daha doğrusu kelimelerin çok büyük etkisi var üstümüzde. Daha ismini söylediğin ilk an Elise olamayacağını anlamıştım ve şimdi ikinci adının Jane olduğunu söylüyorsun ve bu, işte sende gördüğüm şey bu. Tam bir Jane."

"Çok saçmaladın şu an, gerçekten." Diye kestirip attım söylediklerini.

"Hiç de bile," Homurdandı. "Ne demek istediğimi anlayacaksın ve o zaman bana hak vereceksin sevgili Jane."

O sırada elinde bir tepsiyle gelen Dave hayatımı kurtarmış gibi hissettim. O tepsiyi bırakıp yanıma oturduğu sırada tepsinin üstünden kendi kahvemi aldım.

"Ee, tanıştınız mı bakalım?" Dedi Dave neşeyle.

Harry de ben de 'Evet' der gibi mırıltılar çıkarttık.

Sonra ikimiz de aynı anda "Dediğin kadar varmış." dedik ve şaşkınca birbirimize baktık. Benim kaşlarım çatılırken o gamzelerini ortaya çıkaracak şekilde güldü. Vay be, amma da derinlermiş.

"Bir dakika, sırayla konuşun. Harry, ne dediğim kadar varmış?" Diye sordu Dave ilgisini ona yöneltirken.

"Jane, dediğin kadar güzelmiş." Dedi ve yanaklarımın yanmaya başladığını hissettim.

Dave "Ama ben-" diyerek araya girmeye çalışsa da Harry onun sözünü kesti.

"Duygularımızın karşılıklı olması ne hoş Jane. Sen de Dave'e 'Dediğin kadar yakışıklıymış.' diyecektin herhalde?"

"Hah, rüyanda görürsün," Diye başladığımda benim de konuşmamı böldü.

"Göreceğimden emin olabilirsin." Dedi ciddiyetle.

"Ben dedikleri kadar gıcık olmandan bahsediyordum. Ününün hakkını veriyorsun." Dedim sinirle. "Şunu uzatmasak mı acaba? Notları verecek misin vermeyecek misin? Bu dersten kalamam. Anlıyor musun?"

"Hey, peki sakin ol. Vereceğim tabi ki. İyi niyetle yaklaşan kimseye hayır demem. Ama yanımda değiller. Tüh, yarın buluşmaya ne dersin? Böylece notları sana getirebilirim."

"Çok zeki olduğunu sanıyorsun değil mi?" Dediğimde omuz silkti.

"Bölüm birincisiyim, sen söyle."

"Ona öyle demezle-"

"Elise, biraz sakin mi olsan acaba?" Diye uyardı Dave beni. Masanın altından bacağımı çimdiklemeyi de unutmamıştı.

"Tamam o zaman, yarın görüşüyoruz?" Dedi Harry merakla kaşlarını kaldırırken.

Yenilgiyle omuzlarımı düşürdüm.

"Peki öyle olsun, yarın hallederiz." Çantamı kurcalayıp içinden bir kalem buldum. Ardından uzanıp Harry'nin elini tuttuğumda Dave de, Harry de şaşırmıştı.

Avucunu kendime çevirip içine numaramı yazdım.

"O zaman beni ararsın." Dedim elini bırakırken. O ise şapşal şapşal avuç içine bakıyordu. "Nereye gelmemi istediğini söylersin ve ben de gelip notları alırım." Dave'e baktım. "Hadi kalkalım."

"Ama kahvemi bitirmedim daha-" Sızlanmaya başladı ama ters bakışlarımla karşılaştığı an sustu.

"Tamam, ben ödeyip geleyim o zaman-"

"Bırak çok zeki arkadaşımız Harry ödesin, zaten alışkınmış baksana." Diye homurdandım. Durup dururken sinirlerim gerilmişti. Nedeni elbette sadece bu gıcık çocuk değildi ama son damla olmuştu.

Söylediğim şeye sinirlenmesini ya da en azından itiraz etmesini falan bekledim ama o omuz silkerken iki elini birden havaya kaldırdı. Yüzüne yine şu devasa gülümsemesini yerleştirmişti.

Peki, gülümsemesi biraz güzel olabilir.

Biraz.

"Hay hay, emrinize amadeyim sevgili Jane."

*Biliyorum kısa oldu ama bir şekilde başlasın istedim. Umarım şimdilik tatmin edici bulursunuz, sizi seviyorum 💞

-Mell.

The Love Song | H.SHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin