Odanın penceresinden içeri sızan güneş ışıkları göz kapaklarına ağır bir baskı yaparak rahatsız ederken yavaşça göz kapaklarını aralayıp eliyle gözüne vuran ışığı engelledi. Göz kapakları tamamen açılıp kısık bakışlarla odayı inceledi.
Neresiydi burası? Neredeydi? Ne işi vardı bu odada?
Kafasında dolaşan sorulara bir cevap bulmaya çalıştı. En son silahlı bir çatışmanın ortasında kalmıştı. Ve o genç adam gözlerini önünde vurulmuştu. Hızla yerinden oturur pozisyona geldi.
" Allah'ım! " diye fısıldayarak yerinden hızla doğruldu. Kalbi hızlanıp nefesleri sıklasmaya başlarken derince yutkunarak odada göz gezdirdi.
Odanın kremsi kokusu burnuna usulca sızılırken, kahverengi eski tür, el oymalı ahşap kapının hemen karşısına bakan demir parmaklıklı kare pencere dikkatini çekti. Neden demir parmaklıklı olduğunu anlamadı. Buğday sarısı renginde olan odanın içerisi, karşıdaki demir parmaklıklı pencereden akseden güneş ışığı ile çok hoş görünüyordu. Hemen hemen odanın sağ köşesinde eskimiş bir sedir koltuk vardı. Onun hemen karşısında özel yaptırıldığı belli olan kahverengi el oymalı komodin vardı. Üzerinde eski bir vazo ve birkaç tarak bulunuyordu. Zümrüt yeşili gözleri tavanda her hali pahalı ve antika olduğu belli olan altın sarısı cam avizeye kaydı. Her bir cam taşı değerli bir elmasa benziyordu.
Resmen odadan ihtişam ve debdebe akıyordu.
Bu oda böyle gösterişli ise diğer odaların nasıl olduğunu merak etti. Tamam kendiside zengin bir ailede büyümüştü ama böylesi bir asla zenginlik görmemişti. Osmanlı zamanında ki saray odalarına benziyordu resmen
Demir varaklı ahşap yatak yataktan kalkarak, aynalı komodine yaklaştı. Aynadan kendi haline bakarken göz altlarının kırmızı olduğunu gördü. Muhtemelen ağlamaktan gözleri kırmızı olmuştu. Dağılmış saçı başını eliyle gelişi güzel düzeltip siyah demir parmaklıklı pencereye doğru ilerledi. Tül perdeyi çekip kocaman devesa avluya baktı. Bitki köşesine sahip olan avlu kocaman olup taş merdivenlerin az bir mesafe önünde yemek masası konulmuştu. Birkaç mesafe ötede üstü yapraklarla ve sarmaşık bitkilerle kapatılmış çardak vardı. Çardağın ortasına konulmuş bakır sehpa ve etrafı kırmızı sedirlerle donatılmıştı. Muhtemelen çay veya kahve içtikleri keyif köşesiydi.
Zümrüt yeşili gözleri bu sefer saray büyüklüğüne sahip olan taş konağı inceledi. Bulunduğu odadan teras kattı muhtemelen. Çünkü odadan aşağı katlar gözüküyordu. Ve pencereden Urfa'nın taş konaklarını ve Halfeti'nin büyüleyici manzarasını gözlerinin önüne seriyordu. Elini pencereye koyup gözleri ışıldayarak ve hayranlıkla baktı Halfeti'ye.
" Ne kadar büyüleyici ve göz kamaştırıcısın sen Halfeti. " diye fısıldadı hayranlıkla.
Bulunduğu pencereden Fırat nehrinin suları görünüyordu. Heyecanla yeriden kıpırdadı.
" Hih! Fırat nehri! "
Hafifçe çıkan yüksek ve heyecanlı sesine ağzını kapatıp çocuksu heyecanla Fırat nehrine baktı.
" Aman Allah'ım! Çok güzel. Çok büyüleyici "
Masmavi sular üzerinde tekne turu yapan turistlerin yerinde olmayı çok isterdi. Onlar gibi şuan nehrin üzerinde tur yapmayı çok isterdi Ama bulduğu ilk fırsatta keyifle tur yapan turistler gibi tekneye binip, o güzel manzarasını daha yakından görecekti. Gülümseyerek arkasını döndü. Kapıya doğru yürüyüp elini kapı kulpuna koymuştu ki gözü ellerine kaydı. Şok içinde eli kapı kulpunda kaldı. Gözleri irilesti. Hızla iki elini gözünün hizasına getirip endişeli gözlerle parmaklarını yokladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAYIP UMUTLAR ( ASKIYA ALINDI )
Ficción GeneralMezopotomya topraklarına genç bir kız gelip geçti. Adı: Azra Öztürk'tü! Hayallerinin peşinden koşan umut dolu genç bir Öğretmendi Azra. İstanbul'un elit kesiminden sosyetenin gözden düşmeyen Öztürk ailesinin evlatlık, yetim kızıydı. Mücadeleci ve in...