Alacakaranlığın yerini karanlığa teslimiyetini seyrettiğim camın ardında şimdi de karın sevdasına bulandığı, yağmur ile buluştuğu nadir anlardan birinde yok oluşuna şahit olduğum kristaller bana babamı hatırlattı.
Her yok oluşun hatırama attığı çentiğin ruhumda doldurduğu damar gibi.
Sevdasına sığınarak kahrolan babam.
Feleğin sillesini ağır şartlarda yiyen güzel kalpli adam.
Yok oluşuyla hüsranın kıyısında boğulmamıza neden olan adam; kabuslara sıkışmış, çığlıkların ortasında kalmış bir kız çocuğu bırakmıştı benden geriye.
"İnci." Uğur'un yorgun ve pürüzlü sesi ile omzumun üzerinden suretine çevirdim bakışlarımı. Kafenin ortasında baygınlıkla bana bakan yeşil gözleri boş masaların üzerindeki turunu tamamlayarak tekrar beni buldu. "Bu saatten sonra kimse gelmez." dışarıdaki kalabalıkta oyalandı hareleri, herkes derin bir koşturmanın eşliğinde evlerinin yolunu bulmaya çalışıyordu. "Son paspası atıp çıkalım mı?"
Kafamı salladım ve o yerleri silerken ben toz bezlerini alarak işe koyuldum. Haftanın belirli günlerinde olduğu gibi kafenin kapanışı bize bırakılmıştı. Onun buradaki geçmişi çok eskiye dayanırken bizim çalışma arkadaşlığımız iki senede sınırlıydı.
İki senedir kafe, kütüphanenin görevi ve bir kaç aydır açılan okulum benim için meşakkatli bir durum olsa da beynimin meşguliyeti beni memnun ediyordu, daha az düşünüyordum. Bu akıl sağlığım için daha mantıklı olandı.
Uğur'un ise tuhaf bir şekilde işe ihtiyacı yoktu ve hem kendi isteği hem de ailesinin düşüncesi üzerine burada çalışıyordu. Herkesin yaşam şekli farklılık gösteriyordu işte.
Ne kadar süre olduğunu bilmediğim zamanın akabininde bütün kafeyi temizleyen bedenim yorgunlukla sızladı. Doğrulttuğum bedenimde ki çatırdamalar ile yüzümü buruşturduğum da Uğur'un da benden farklı olmadığını gördüm. Kovayı sırtlanan bedeni halsizlikle öne kıvrımlandığında "Kabanları alıp geliyorum." dedi.
Onu onaylarken yerine yerleştirdiğim malzemeler sonrasında camın ardına geçtim yine.
Bir kaç bozulan sokak lambası ve kapanan dükkânlar ile cadde daha da karanlık bir hal almıştı.
Bir kaç bozulan sokak lambası ve kapanan dükkânlar ile cadde daha da karanlık bir hal almıştı. İnsanların koşturmaları hızlandı. Gözlerim bu döngüde, yağmur karın acı soluğuna sığınırken önlüğümün cebinde bir kez daha titreyen telefonum gözlerimi camdan çekmemi sağladı.
Kuzenim Sema arıyordu.
Sema benden iki yaş büyüktü. Üniversiteyi kazandığından beri aynı evi paylaşıyorduk. Halamların birkaç saatlik uzaklıkta bir şehirde yaşaması çoğu zaman bizim için sıkıntı olsa da idare ediyorduk.
Yeşil tuşa basarak telefonu kulağıma götürdüm. "Alo"
"İnci annem geldi." diyerek şakıyan Sema ile dudaklarım kıvrıldı. O çok şanslı bir kızdı, benim aksime. Onu her şeyiyle seven ve yanında olan annesi, sırtını dayanacağı babası ve duygularını paylaşacağı bir erkek kardeşiyle tam bir aileye sahiplik ediyordu. Ben ise çöpsüz üzümün sözlük karşılığı gibiydim.
Ona cevap verişimden evvel halamın sevgi yüklü sesi duyuldu telefon ahizesinde. '' Oyalanmadan burada olsun.''
"Çıkıyorum bende birazdan." dedim sevindiğimi belli etme gereksinimi duymadan, nasıl olsa halamı ne denli sevdiğimi bilirdi. Benim için annemden farksız olmuş hatta anneliğin bile önünde bir yerlerde yerini almıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZİFİR YANGINI - BİTİŞ
RomanceHareketlerini sol tarafımdan bakmasam dahi görebiliyordum. Çatık kaşlarının ona kattığı vakur eda ile burun kemerini sıktı. "Büyük konuşuyorsun." dedi hissiz. Sonra tekrarladı. "Büyük konuşuyorsun ya, umarım Rabbim sana bu acıyı yaşatmaz." Ses tonu...