Berk Ulus
Gidişini hala izliyorken telefonumun sesi beni kendime getirmişti. "Buyur Patron." Biraz durup cevap verdi. "Berk acilen konuşmamız lazım." Sesi endişeli geliyordu. "Ne o, yine aynı adamlar mı?" Hıhı gibi bir ses çıkarıp devam etti. "Tek bir atakta bulunamıyorum oğlum, fena sıkıştırdılar." Neyle sıkıştırabilirlerdi ki? Bilmediğim bir şeyler vardı... "Öğrenmişler..." Sesi gidip geliyordu. "Neyi öğrenmişler Patron?"
"Bana yardım etmen gerek." Ne bokum oluyordu anlayamıyordum. "Yardım ne demek abi, sen iste yaşadıklarına pişman edeyim o adamları!" Boğazını temizledi ve cümleyi toparlayana kadar bekledi.
"Pişman değil Berk, mutlu edeceksin. Kızımın güvende olduğuna ancak sen onun yanındaysan inanabilirim, içim rahat bir şekilde hamlelerimi yapabilirim, beni anlıyor musun?"
'Kızım?'
Neler dönüyor böyle?
Derin Özer
Çantamı yandaki boş sandalyeye bırakıp ellerimi belimde birleştirdim. "Otursana." Dedi annem gayet sakin, sanki öylesine buluşmuşçasına. "Beni karşına alıp makul bir şekilde konuşsan, böylesine ciddi bir kararı iki üç kelimelik bir mesajla haber vermesen kendimi daha değerli hissedebilirdim." Dediklerimi duymuyormuş gibi bir garson çağırdı ve bana bir latte söyledi -ki nefret ederim- "Evlenmemi istemiyor musun Derin?" Sinirden gülmüştüm. "Beni anlamamak için bu çaba neden anne?" Masada birleştirdiğim ellerime uzandı. "Sen hep benim minik küçük kızımsın..." Ellerimi kıpırdattım ama çekmedim çünkü terk eden olmayı hiç sevmezdim. "Büyüdüm anne. Gözlerinin önünde büyüdüm ama sen bana bakmadın bile." Hızlı bir nefes verip ellerini saçını düzeltme bahanesiyle çekmişti, şaşırmamıştım. "Çocuk gibi davranıyorsun." Çantama uzandım. "Hala senin minik küçük kızınım, unuttun mu?" Cevap beklemeden kalktığımda arkamdan seslendi. "Nikah küçük bir kutlamayla evde dostlarımızla olacak, Berk'i de çağır." Demesiyle kaşlarım çatık bir şekilde geriye döndüm bir kaç saniye bakıştıktan sonra hiç bir şey söylemeden yürümeye devam ettim.
Her şey sinir bozucu olmaya başlamıştı. Çakma bir sevgilim, bana aşık bir üvey kardeşim, evleneceğini mesajla haber veren bir annem ve kolunda bir sürtükle omzuma çarpıp giden bir dostum vardı. Hayat ne zaman biraz daha çekilebilir olacaktı?
Tutunacak dalımız kalmadı, tutunamıyoruz...
Nefes alıp verişlerimi dinleyebileceğim bir yere ihtiyacım vardı. Sessizce oturup peş peşe dolanan insanları çaresizce izleyebileceğim bir köşe... Tekrar ellerimin titrediğini fark etmiştim. Berk'in dedikleri gelmişti aklıma. Bir lavabo bulup ellerimi soğuk suyun altına bırakmıştım aynadan gözlerimin içine bakıyordum, bir şeyler arıyordum. Ufak bir umut parıltısı ya da artık pes et diyen bir ses... Tuhaftı ama ikiside yoktu. Bu da zaten düşmekte olduğum uçurumda sıfır (etkisiz eleman) etkisi yaratıyordu.
Kafam dağılır bahanesiyle çantamı omzuma iyice yerleştirip salına salına yürümeye başladım. Arada duraklayıp göğe bakarak nefes almayı ihmal etmiyordum. Boşlukta yürüyor gibi hissediyordum. O kadar hafif... Bir o kadar da o boşlukta boğulmuş...
Hep minik küçük kızı olduğumu söylediği anı çıkaramıyordum aklımdan. Kızı olduğumun farkında olmasına sevineceğim anda ben neden bunca zaman hiç o bahsettiği küçük kız gibi hissetmediğime üzülüyordum. Bunca zaman boşa mı geçmişti? Yaşadığım onca iğrenç his, yürüdüğümü sanıp yerimde saymaktan mı ibaretti? Ben ne için sabretmiştim bu güne kadar? Hayatımda istisnasız her insan resmen yüzüme bakarak dalga geçsinler diye mi? Sanmıyorum.
Bir parkta oturup yalnız başına sallanan çocuğu izlemeye başladım. Koyu kahve kahkülleri maviş gözlerine dökülüyordu. Etrafı ürkekçe seyrediyor ve salıncağın zincirini oldukça gevşek tutuyordu. Anlamıştım, düşmek gibi bir korkusu yoktu.
Yanımda bir hareketlilik hissettiğimde koku tanıdıktı. Bakma gereği duymamıştım. "Her yerde karşıma çıkmaktan sıkıldığını söylemiştin." Yüzüme baktı, ben odağımı değiştirmedim. "Sarhoştun, o an pek ciddiye almadım." Dudaklarımı ıslatıp kafamı salladım. "Sana tavsiyem, Berk Ulus... Hayatı yaşarken karşına en çok ciddiye almadığın o anlar çıkacak. Ve canını en çok o anlar yakacak. Ciddiye almadan ciddiye almanın bir yolunu bul." Dedim ve gözlerine bakarak gülümsedim.
Bakışlarımı yeniden maviş çocuğa çevirdiğimde montuyla gözyaşlarını sildiğini gördüm. Baktığı yerde ise sarılan bir baba-oğul duruyordu. Hızla kalktığımda Berk'in bir şeyler söylediğini duymuş ama durmamıştım. Çocuğun yanına geldiğimde bakışlarını bana çevirmesini sağladım. Gözyaşlarını temizleyip avuçlarımı yanaklarında bıraktım. "Biz fire vermedik maviş, onlar zaten yoktu. Olmayan bir şeyin eksikliğini çekmemiz gülünç bir acı vermez mi sence de?" Dedim ve mavişin yanaklarımda parmaklarını gezdirmesiyle ağladığımı fark etmiştim.
Sarıldık. Yaşadığı hisleri biliyordum. Salıncağın zincirini bile sahiplenemeyişinden hayatı ne kadar savruk yaşadığını da biliyordum. Çünkü bende asla o zinciri sıkıca kavrayıp kahkaha ata ata 'daha yukarı' diye bağıramamıştım.
Sarılmayı bırakıp ayrıldığımızda biraz daha iyi görünüyordu. Elinden tuttum ve ayaklandım. Berk'in salıncağın direğine yaslanmış bizi izlediğini görmem gülümsememi sağlamıştı. Göz göze kaldığımız bir kaç saniye ona olan aşkım tekrar alevleniyordu. Sonrasında genelde o aleve kova kova su atan yine Berk oluyordu.
Yanıma gelip dibimde durdu. Yanağımda parmak uçlarını kısa bir an gezdirdi. Kurumuş gözyaşlarımı tekrar silmek istiyor gibiydi. Gözlerinde bir şey görüyordum... Aylin'in lafını dinleyip buna bir mana biçmemeye karar vermiştim. Mavişin diğer elini tutup yürümeye başladı. Bana yaptığı şeylerin etkisinden kurtulmam biraz zaman aldığından hafif sürüklenmek zorunda kalmıştım. "Buraya kiminle geldin bakalım yakışıklı?" Dediğini duymuştum. "Abimle." Dedi ve biraz ilerimizdeki bankı gösterdi. Berk burada beklememizi söyleyip adamın yanına gitti ve bir kaç şey konuşup geri geldi. Sanıyorum biraz bizimle takılması için izin istemişti. Bize ulaşmasına bir kaç adım kala diz çöküp mavişe kollarını açmıştı. Nereden geldiğini anlamadığım bir güvenle de maviş tereddütsüz kollarına koştu. Onları buradan böylece izlemek o kadar iyi gelmişti ki... Kollarımı birleştirip izleyebilme sürem biraz daha artsın diye ufak adımlarla yanlarına gittim. Berk mavişi omzuna bindirmişti. Sözde 'uçak' yapıyorlardı. Parkı bir kaç tur öyle dolaştıktan sonra yorulmuştu. Birlikte yavaş yavaş yürüyorduk artık. Bir de pamuk şekerlerimiz vardı tabii... Berk düşmesin diye mavişi tuttuğundan ona ben yediriyordum. Köpek gibi elimi ısırmaya çalışması mavişin hoşuna gittiğinden ses çıkartmıyordum.
Gün sonunda maviş kucağımda uyuya kalmıştı. Berk arabayı sürerken fırsat bulduğu anlarda bizi izliyordu. "Merak etmiyor musun?" Dedi fısıltıyla. "Neyi?" Dediğimde mavişi gösterdi. "Adını... Hikayesini..." Kafamı salladım. "Adı Maviş... Hikayesi de eksiklerle doludur büyük ihtimalle... Yani hayır merak etmiyorum." O da kafasını sallayıp arabayı durdurduğunda etrafıma bakındım. Gördüğüm şey ufak çaplı bir yıkım yaratmıştı. "Esirgeme yurdu?" Dudaklarını birbirine bastırdı. Hiç konuşmadan mavişi teslim edip geri döndük. Az önce mavişin üzerinde olan ceketi benim kollarıma bırakmıştı. Adımlarımızı birbirine denk tutarak atıyor ve hala konuşmuyorduk. "O çocuğa sarılışını unutamıyorum." Dedi bir anda. Cekete iyice sarılmıştım devam etti. "O an tamamen ona tutunmuş gibiydin." Beni durdurup göz göze gelmemizi sağladı. Elleri kollarımı kavrıyordu. "İnsanların acısını anlamak zorunda değilsin." Yutkunup gözlerimi kaçırdım. Bunu belki ilk kez yapıyordum. Önüme dönüp yürümeye devam ettim bana yetişti.
Kolunu belime sardı ve benim buna ne şaşıracak ne de tepki verecek gücüm yoktu. Başımı omzuna yaslayıp karanlığa teslim olan gecenin sokaklarında yürümeye devam ettik. Belimdeki eli cebimdeki elime uzandığında konuşmaya başladı. "Eğer ileride sana ne zaman aşık olduğumu sorarsan bu günü söyleyeceğim Derin Özer..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
| DERİN |
Novela Juvenil"Kaybetmeye sıfırdan başladın ufaklık, eksilere düşüyorsun." *** Acı çekiyordum, anlam veremiyordum ve derin bir boşluktaydım. Ama ne boşluk... Yine bir anda, boşluktan düştüğüm bir an da, sanki beni bir kara delikten kurtarır gibi aralamıştı kapıyı...