Bölüm 11

1.3K 137 43
                                    

İkili, otele vardıklarında doğrudan süitlerine geri döndüler.Sebastian dudaklarının ucunda kıvırılmış küçük sırıtışa engel olamazken, Ciel hiç bir şey olmamış gibi davrandı.

"Sanırım, yapacak başka bir şey yok.Sebastian, senin-" Cümlesini tamamlayamadan önce, kapı yüksek sesle çalındı.İğrenç tıklatma devam ederken, ikisi de yüzlerinde meraklı ifadelerle bakındılar.Kim ola bilirdi ki? Sebastian kapıya doğru yönelirken, Ciel çabucak onun kolunu tutdu ve başını sessizce salladı. Asilzade, eğer yabancıların acilmiş gibi görünen çağrılarına aldırmazsa ne yapacaklarını merak etmişti.

Cevap gelmeyince kapı çalışı durdu ve kapının her iki tarafına sessizlik çöktü.Sonra Ciel, zar zor, sesleri çıkara bildi.

"Görünüşe göre küçük Phantomhive ve Şeytan Köpeği burada değiller, Claude."Tanıdık olmayan bir ses hayal kırıklığıyla belirtti.Birinci ses tam gidecek gibiyken ikinci ses hızla  konuştu.

"Hayır, buradalar, My Highness"diye ikinci ses bilgilendirdi.Her iki taraf da ne yapacağını düşünüyor gibi görünürken uzun bir sessizlik oldu.Sonra bir iç çekişle, Ciel rahat kadife-yastıklı sandalyesinden kalktı ve Sebastiana tereddütlü bir bakış atıp, yavaşça kapıya doğru yürüdü.

Gönülsüzce, asilzade kapı kolunu çevirdi, bir birinden çarpıcı şekilde farklı olan iki insanı  açığa vurarak büyük maun kapıyı açtı.Biri kısaydı ve çok daha genç görünüyordu.Ciel'den bir kaç santim uzun olmasına rağmen etrafına hamlıkla dolu bir hava yayıyordu.Belki de aslında Ciel'in yaşlarındaydı...? Bu genç adamın uzun sarı saçları, lekesiz solgun teni ve berrak mavi gözleri vardı.Ciel'i hemen geniş bir gülümsemeyle selamladı.

"...Evet?"diye sordu Cİel, ikilinden hiç birisi kendilerini doğru dürüst tanıtma zahmetine girmediği için, sesinde hem sinir hem de merakla.

O anda, diğer adam, besbelli onun kâhyası, kibarca başını eğdi.O daha uzundu ve çarpıcı bir şekilde Sebastian'ın kendisini andırıyordu.Koyu kara saçları, tuhaf sarı gözleri ve profesyönel havasıyla, bu ikili apaçık bir birinin zıttıydı.

"Davetsiz gelişimizi mazur görün lütfen.Efendim, Sir Alois Trancy, bazı önemli iş meselelerini sizinle tartışmak istiyor" diye kâhya, geriye adım atıp, Ciel'in Alois Trancy olduğunu zannetdiği çocuğun arkasında durmadan önce takdim etti.

"Benim gibi biriyle ne işiniz olabilir ki?"diye lacivert saçlı asilzade, otel odalarına açılan kapının önünden çekilip girmelerine izin vermeden önce sordu.

Sarışın olan enerjik bir şekilde lüks odanın içine atlarken, kâhyası bakışları her santimde dolaştırarak adımlarını hesaplıyor gibiydi.

Sonunda soğuk bakışları Sebastian'ın üzerine durdu ve Ciel kâhyasının gözle görülür biçimde gerildiğini gördü.

"Davayı bana devretmeni istiyorum!"diye Alois, odanın öbür köşesinden, Cİel'in az önce oturuyor olduğu koltuğa hiçte zarif olmayan bir şekilde yığılmadan önce anons etti.

"P-pardon?"diye sordu Ciel, ama yabancı asilzade tarafından tamamen kulak ardı edildi.

Alois devam etmeden önce kıkırdadı."Davayı bize devretmeni söyledim.Artık kraliçenin tek bekçi köpeği sen değilsin, Phantomhive." Ciel az önce duyduğu şeyle nutku kesilmiş halde, hâlâ girişin yanında duruyordu.

"Kraliçe mi...seni gönderdi...?" diye sordu, hâlâ kendisine verilmiş bilgiyi süzgeçten geçirerek.

"Evet! Bu davanın senin için bir az büyük olabileceğini anladı, o yüzden de bizi gönderdi!"dedi, parlak ve masum gülümsemesiyle.

"Bu davamı öylece sana devretmek zorunda olduğum anlamına gelmiyor."dedi Ciel, sert-sert.

"Evet, biliyorum.Ama gerçekten, ben ve Claude sen daha farkına varmadan bitirmiş olacağız! Üstelik, eğer seninle çalışırsak, sadece ayağımıza dolaşacağından eminim." Ciel'in kaşları oğlanın kaba laflarına yönelik bir öfkeyle, hafifçe seğirdi.

"Sanırım dava üzerinde ikimiz de ayrı ayrı çalışacağız, o zaman" diye belirtti lacivert saçlı asilzade,noktayı koyarcasına.

Alois başını yana eğdi, "Ah,hadi ama,ya!Böyle yapma!" sandalyeden sıçrayarak kalktı ve yüzünde Ciel'in tamamen tiksinç bulmuş olduğu bir gülümsemeyle ona doğru sekerek yürüdü.

"Sadece senden devralmamıza izin ver," dedi imalı-imalı, bir kolunu Ciel'in omuzlarına dolamadan önce.Sarışının tutuşundan koparılmadan önce Ciel'in tek uyarısı gözlerinin köşesinde gördüğü siyah bir şeritdi.

"Lütfen, rızası olmadan efendime dokunmayın." Sebastian'ın sözleri kulağa duygusuz geliyordu, ama hatta Alois bile onun kibar sözlerinin altında yatan hafif düşmanlığı sezmişti.

"Ah, evet, benim de bir tane var, küçük Phantomhive." Ciel'in bakışları hemen Alois'in sadece bir kaç adım gerisinde duran şeytanda durakladı.

"Bir şeytan" Ciel nihayet taşların yerine oturmuş olduğunu düşündü.

Alois'in tek yanıtı kendine has kız gibi kıkırdayışı oldu ve Ciel içten-içe sızlandı. Harika.Önce cinayet davası,sonra çılgın melek ve şimdi de bu.



The Evil Champion (Türkçe çeviri)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin