Parmakları ustaca, zamanla kazanılmış bir hızla, anahtarların üzerine uçtu.Ölçekler, floresan lambanın turuncu renkli ışığında parladı.Arka fonda keskin ama meşum bir ritim kesik kesik çalınıyordu.
"Ucube." Gelip geçenlerden birinin mırıldandığını duydu.Başını kaldırıp baktığında ona dudak büken bir annenin oğlunu -ki tuhaf görünümlü adam yüzünden büyülenmişti- zorla çadıra sürüklediğini gördü.Hakarete rağmen bilet kabinin arkasında, basit ama ihtişamlı daktiloya parmaklarlarını vurarark çalışırken, soğukkanlı yüz ifadesini bozulmamış tutdu.Genç adam her zaman bunlardan birini kitap yazmak ya da basılı bir günlük tutmak gibi kendi kişisel amaçları için kullanmak istemişti, ama sadece müşteriler için biletlerin miktarını hesaplamak için kullanabiliyordu.Ne kadar da sıkıcı.
"İki bilet" diye bir ses keskin bir biçimde emretti.Huysuz ses tonuyla şaşırarak (bu ses tonu genelde onun çevresinde bulunmazdı), genç adam başını kaldırıp baktı.Karşınında duran çekici, iyi giyinmiş bir mavi saçlıydı.Koyu lacivert saçları bir gözünün üzerini örtüyordu, kiyafetleri kara ve deniz mavisi tonlarıyla zengindi ve bir kolunun altına basit bir yürüme değeneyi tıkılmıştı.
"Evet, efendim...diyor Bronte." Son kısmı sakin ve daha az farkedilebilir yapmaya çalıştı ama sözleri asilzadenin kulağından kaçmadı.
"Ne dedin?"diye sordu kont, tek kaşı şaşkınlıkla kalkmışken.
"Hiçbir şey... diyor Emily." Oğlan gözlerini asilzadenin ve uşağının meraklı bakışlarından kaçırıp, bunun yerine ücreti daktiloyla yazmaya odaklandı ve biletleri kapıp onlara uzattı.
"20£, efendim...diyor Emiliy." Lord tezgaha bir avuç dolusu madeni para bırakıp uzun adımlarla yürüyüp gitti, kâhyası da efendisini takip etmeden önce son bir meraklı bakış attı.Oğlan müşterilerine döndü, ama aklı meşum asilzade ve onun etrafına yayıyormuş gibi göründüğü tuhaf aurada kaldı.
______________
Ciel aşırı kalabalık tribünlerele anca oturmuştu ki, bir dirsek hiç vakit kaybetmeden ona sokuldu.Dönüp yanında oturan sesli, sulu göz çocuğa öfkeli öfkeli baktı.Çocuğun annesi yaramaz çocuğunu sakinleştirmeye çalışırken Ciel'e aff dileyen bir bakış attı.
Sonra, küçük geçite dönmeye çalışan aşırı kilolu bir kadın tarafından ayağına basıldı.Özür dilemek yerine, sanki bu onun hatasıymış gibi öfkeli öfkeli ona baktı.
Bundan sonra kont sıradaki şanssız olay için hazırlıklı olmalıydı, ama arkasındaki adam patlamış mısır kutusunu doğrudan asilzadenin kucağında devirdiğinde, hazırlıklı olmaktan oldukça uzaktı.
Сiel tam sıçrayıp artık canına yetmiş öfkesini salıverecekken, Sebastian onu belinden tutup yeniden koltuğuna çekti.
"Daha tenha bir yere oturmamızı teklif edebilir miyim, lordum?" Ciel, hâlâ saçlarındaki patlamış mısır parçalarıyla öfkeden kudurur bir halde kollarını kavuşturmuşken basit bir şekilde başıyla onayladı.Sebastian gülümseyip onun elini tutudu, bu sefer tutuşu hatırı sayılır derecede daha nazikti, ve onu tribünlerin en yüksek ve en uzak köşesindeki koltuğa yönlendirdi.Meraklı gözlerden (ve ayaklardan) uzağa.
Sebastian tek kelime etmeden oturdu ve Ciel de tam yanına oturacakken, şeytan onun kalçalarını kavrayarak rahat bir şekilde kontu kendi kucağına çekti.
"S-Sebastian? Ne hal-"
"Bu metal koltuklar sizin gibi bir asilzade için hiç uygun değil.Bir bu, ve bir de bu saçlarınızı bu iğrenç insan abur cuburundan kurtarmanın en kolay yolu." Şeytan parmaklarını usulca, kontun lacivert tutamlarının içine daldırdı, ama ikisi de Ciel'in hiç bir yerinde artık patlamış mısır falan kalmadığının gayet iyi farkındalardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Evil Champion (Türkçe çeviri)
FanficCiel Phantomhive kâhyası Sebastian ile sözleşme yapalı dört yıl olmuş ve artık on yedi yaşında.Ve ikili yavaşça iki şeyin farkına varmaya başlıyorlar:1) İlişkileri sadece katı Efendi ve Kâhya ilişkisi olmaktan çıkmış mıydı? ve 2)Ciel'in evebeyinl...