Bölüm 7

1.6K 162 65
                                    

Ciel yeni otel odalarına bakındı.Burası muhtemelen şimdiye kadar kaldığı en seçkin odaydı.Duvarlardan kapılara, sandalyelerden masalara kadar hemen-hemen her şey ince bir şekilde cilalanmış maun ağacından yapılmıştı.Odayla ilgili her şey "Birinci Sınıf" diyordu sanki.

Sebastian valizleri yere bırakıp Ciel'in kiyafetlerini büyük maun şifonyere yerleştirmeye başlarken, Asilzade malikanesindeki yatağından sadece çok az daha küçük olan dev kraliçe boyutu yatağın etrafından dolaştı.Yine de, sıradan insanların yataklarıyla kıyaslayınca oldukça büyüktü.

Ciel elini yumuşak, ipek kumaş üzerinde gezdirdi ve üstünden bir yorgunluk dalgası geçti.Geçen gün Sebastian'ın üzerine öyle nahoş bir biçimde uyuyakaldıktan sonra, kendisini Enfield'e berbat, uzun araba yolculuğunun geri kalanında uyumamaya zorlamıştı.Şimdi hazır buradayken bir az şekerleme yapmaktan başka bir şey istemiyordu.Aynı zamanda, Kraliçenin emirlerini yerine getirirken harcayacak vakti olmadığını hissediyordu.

"Sebastian, öğle yemeğinden sonra Arthur Randall'ın şu anda kaldığı yere gideceğiz"diye duyurdu koyu-saçlı asilzade banyoya doğru yürürken.

"Size banyo yaptırmamı ister miydiniz, Lordum?"diye Sebastian Ciel'i ferah banyo odasına doğru takip etmeye başlarken sordu.

"Hayır, kendim yapa bilirim.Sadece gidip bana öğle yemeği yap" diye sert sert  emretti Ciel.Sebastian eğildi,

"Yes, My Lord" dedi odadan sessizce çıkmadan önce.Ciel iç çekti ve porselen küvete yürüyüp sıcak suyu açtı.Küvetteki su yükselirken banyo odası hemencecik buharla dolmuştu ve Ciel soyunmaya başladı.Teni yatıştırıcı ılık suyla buluştuğunda vücudu yorgunlukla gevşedi ve memnuniyyetle geniş küvete girip arkasına yaslandı.

------------ ---------------

Sebastian normelde bir kontun kendi başına soyunup banyo yapmamasını iddia ederek efendisiyle tartışırdı, ama genç asilzadenin buna ihtiyacı olduğunu anlamıştı.Ciel'in yalnız başına zamana, huzurlu düşünmek için zamana ve kesinlikle dinlenmeye ihtiyaç vardı.Buna rağmen, şeytan kâhyanın içinde, kontun cinayetlere bir son verilene kadar öyle kolay-kolay dinlenemeyeceği yönünde bir his vardı.

Mutfağa girmek kolaydı.Şefler efendisinin yemeğini pişirmesi için onu yalnız bıraktılar.Aslında, bir kaç tanesi onun etrafında toplanıp, kâhyanın efendisi için haddelenmiş lahana ve patates nane salatasını kusursuzca yapmasını huşu içinde izlediler.

Otel odasına geri yürüdü, o buğulanan yemekle dolu tepsiyi taşırken koridorlardaki yabancılar ona sorgularcasına bakıyordular.

Kapıya ulaştığında girmeden önce çalma zahmetine girmedi.

"Ben-"  mavi saçlı gencin yatağında olmadığını anında fark ederek cümlesini böldü.

Kâhya aceleyle tepsiyi bir komodinin üzerine yerleştirip banyoya koştu ve gördüğü şeyle yumuşakça sırıttı.İlk düşündüğü gibi, Ciel boğulmamış ya da zarar görmemişti neyse ki.Sadece uyuyakalmıştı.Şeytan büyük porselen küvete yaklaşırken kıkırdadı.Genç çocuk kollarını küvetin iki yanına uzatmış, başını arkaya, fayans döşeli duvara yaslamıştı.Sebastian elini eskiden  buğulanan suya soktu ve sadece ılık olduğunu fark etti.

Sebastian efendisini uyandırmamak için akışkan hareketlerle, bir havlu kapıp Ciel'in ince vücudunu sarmadan önce tıpayı çekip suyun boşalmasına izin verdi.Daha sonra şeytan, efendisini gelin tarzında kucağına alıp yatağına taşıdı.Efendisini nazikçe yatırdı ve mavi saçlı inleyip döndüğünde Sebastian donarak asilzadenin uyanmasını bekledi.Hiç bir şey olmayınca başka bir havlu aldı ve Ciel'in saçlarını kurulamaya başladı.

"Sebastian..."diye asilzade büyük olanın adıyla iç çekti ve onun kolunun kıvrımına sokuldu.Kâhyanın gözleri şaşkınlıkla büyüdü.Ciel yine mi ne yaptığının farkında değildi?

Bir kolu Kont tarafından yastık olarak kullanılırken, diğeriyle de saçlarını kurulayım derken, Sebastian havlunu yatağın diğer tarafına fırlattı ve elini geri götürüp Ciel'in yanağının yanını okşadı.Ciel Sebastian'ın bir insanda gördüğü en dikkat çekici tene sahipti.Normalde biri yeniyetmelikten yetişkinliğe irerlerken teni çatlar, izleri ve lekeleri ortaya çıkardı, ama genç asilzadenin güzel fil dişi rengi teni henüz değişmemişti.

Sebastian tam rahat pozisyonundan hareket etmek üzereyken Ciel'in gök mavisi gözleri titreyerek açıldı.

"Se...Sebastian..?"diye sordu gözleri yavaş-yavaş odaklandığında ve aniden nerede olduğunu ve ne yapıyor olduğunu anladı.

"N..NOLUYO YA!*"diye çığlık attı koyu-saçlı asil, yanaklarına azgın bir kızartı hücum etmişken.Hâlâ, aynı pozisyonda kalmayı sürdürüyordu.Bir eli Sebastian'ın göğsündeyken, diğer eli de tembelce şeytanın beline atılmışken, başı Sebastian'ın koluna yaslıydı.

"Kolumu yastık olarak kullanmakta ısrar ettiğinizde ben sadece saçınızı kuruluyordum, Lordum" dedi Sebastian bilmiş bir sırıtmayla.

"Neden...neden böyle...utanmazca bir şey yapmama izin verdin!"diye sordu Phantomhive kâhyasını gözleriyle asıp keserek.

"Çünki bunu gayet rahatlatıcı buldum.Hoşuma gitti, Lordum"diye itiraf etti şeytan, efendisinin ünvanını söylerken her zamankinden daha düşük bir ses tonuyla.Bu kontun suskun kalmasına neden oldu ve henüz sivridilli bir yanıt vermeye çalışıyordu ki, Sebastian onu böldü.

"Uyumaya dönmenizi öneririm.Önünüzde uzun bir gün var, Lordum"dedi Şeytan, bakışları Ciel'in kıpkırmızı yanaklarında dolaşırken.

"...İyi." Ciel sonunda kabul etti, doğrusu mantıklı düşünemeyecek kadar yorgundu.Ya da, inatçı kont bunu bahane etmeyi seçmişti.Yorganın daha derinine sokulurken abuk sabuk bir şeyler homurdandı ve kolayca tekarar uykuya daldı.

"İyi geceler, Lordum"diye Sebastian, efendisinin nefesleri tekrar yavaşlayıp sabit bir düzene girdiğinde mırıldandı.

*orada Ciel tam olarak WHAT THE BLOODY HELL diye bağırıyor.yaygın bir ingiliz deyimi.nasıl çevireceğimi bilemedim doğrusu.Bi fikri olan olan var mı?



The Evil Champion (Türkçe çeviri)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin