"Oh, Sebas-chan, hiçte iyi görünmüyorsun!"diye not etti Grell, cızırtılı sesiyle, açık kapı aralığına yaslanmışken.Sebastian ona, kırmızı kafalının tüylerini diken diken eden dik bir bakış attı.
"Hâlâ burada ne yapıyorsun, Grell?"diye şeytan temkinlice sordu, sözlerinin altında tehdit yatıyordu.Ölüm Meleği alışık olmadığı ses tonu karşısında şaşırarak tek kaşını kaldırdı ve kendini duvardan ayırdı.
"Seni, senin şu küçük veletle etrafta koşarken gördüğümde hâlâ lobideydim," Sebastian bir homurtuyla onu böldü ama Grell onu eliyle durdurdu.
"Ve söylemeliyim ki, şaşırdım.Bir şeytanın öylesine bir insani yüz ifadesi takındığını göreceğimi asla aklımın ucundan bile geçirmemiştim." Bu kâhyanın gözlerindeki öfkeli bakışı sildi ve bakışları tekrar, efendisinin bilinçsizce yatıyor olduğu yatağa yöneldi.
"Ee, burada tam olarak ne oldu?"diye sordu Ölüm Meleği, yatağa yaklaşıp bir köşesinde oturarak.Sebastian'ın gözleri tehlikleri bir şekilde parladı ve kırmızı kafa hemencecik geriye sıçradı.
"Şimdi oldukça sahiplenicisin, değil mi?" diye not etti Grell, hesaplayıcı bir bakışla.Ama bu sefer sesindeki eğlenmenin yerini şeytanın verdiği tepkilere yönelik açık bir merak almıştı.
"Hayır.Evet.Ben...bilmiyorum.Ciel'e ne olduğunu bilmiyorum" diye itiraf etti Sebastian, kafa karışıklığıyla.Grell kâhyanın nasıl karakterdışı bir şekilde savunmasız davrandığına hayret etti.
"Ah, şeytani ayrılma olmalı" dedi kırmızı kafa düşünceli bir şekilde, yatağın etrafında boş boş dolaşıp iki kişilik minyatür bir koltuğa oturarak.
"Ayrılma mı?"diye sordu Sebastian, kuşkuyla.Grell başıyla onayladı.
"Peki tam olarak neden ayrılacak mışım?"
"İnsanların nasıl uyuşturucuya bağımlı olduklarını biliyor musun? Eh, bazen şeytanların da bir şekilde efendilerine bağımlı olmaları mümkün. Ya da onların ruhlarına, işte. Şeytana uymuş ruh, korunmak için, her iki tarafın da insan incinene kadar haberdar olmadığı istemsiz bir bağ yaratır.Diğerinin haberi olmaksızın, şeytan tuhaf duygu patlamaları deneyimleyebilir. Sahiplenicilik, dengesiz güç gösterimleri, aşırı korumacılık durumları.Bunun gerçekleştiğini hayatımda sadece tek bir kez gördüm, o yüzden de bu küçük veletle nasıl böyle bir bağ kurmayı becerdiğini merak ediyorum." Ölüm Meleği, saçını omuzunun üzerinden attı ve şeytana büyüleyici bir gülümseme çaktı.
"Benimle zihin bağı kurmaya ne dersin?" diye ekledi baştan çıkarıcı bir göz kırpmayla.
Sebastian tekrardan Ciel'e dönmeden önce, ona kendine has öldürücü bakışını attı.Bakışları efendisinin vücudunun üzerinde dolaştı, zihninde çektiği şeylere rağmen, yüzünün nasılda soğukkanlı ve sakin maskesini koruduğunu düşündü.
Beklenmedik ve kızgın tıklamalar kapıda yankılanıp Grell'in ciyaklamasına neden oldu.
"Amanın, bu ilginç olacak, gerçekten" dedi kırmızı kafa bilmiş bir gülümsemeyle.Kâhya oldukça sabırsızca bekleyenlerin, ki tahminince holdeydiler, varlığını sezdi.Kapı aniden açılıp içeriye altın ve pembe bir bulanıklık fırtına gibi dalarken gelenin tam olarak kim olduğunu biliyordu.
"Cieeel! Üzgünüm, ama daha fazla uzak durmaya dayanamadım!" diye haykırdı genç leydi, yatağın yanına eğilip oğlanın elini kavrayarak dramatik bir görüntü yaratırken.Onun için ne kadar endişelendiğini haykırırken gözlerinin köşelerinde göz yaşları toplandı.
Başka bir oldukça aşina ses duymasıyla, şeytanın bakışları tekrardan kapıya kaydı.
"Ah, hayır! Sebastian, Ciel'ime birşey mi oldu!" diye Alois yatağa yaklaşırken, Elizabeth'le kurnazca alay ederek bağırdı.O daha bir cevap alamadan, şeytan öne atılıp hırladı.Normalde derli toplu olan kâhyadan böylesine hayvansı bir ses çıktığında, odadaki her şey sessizleşti (hatta Elizabeth'in çılgın feryatları bile). Alois'in gözleri şok ve hafif bir korkuyla büyüdü, ve sendeleyerek dengesiz şeytandan uzaklaştı.
"Sebas...tian?"diye sordu Lizzie ürkekçe, onun sert tavırını yoklamak için başını merakla kollarından kaldırarak.
"Ateşli~"dedi Grell şarkı söyler gibi, hulyalı bir sesle.Onu henüz fark etmemiş diğer her kes tekrardan Sebastian'a dönmeden önce ona kısa bir bakış attılar.
"İyi misin?"diye sorguladı Lizzie, ayağa kalkıp onun etrafından dolanarak, böylece artık sırtına bakmak zorunda değildi.İnsanın haraketi Sebastian'ı gerçekliğe döndürdü ve parlayan kırmızı gözleri tekrardan normal bordo renklerine dönüştü.
"Elbette, Leydim.Sadece, boğazımda bir öksürük kalmıştı.Özür dilerim." Sebastian Elizabeth'e kibarca reverans yaptı.Bağışlayıcı bir gülümseme kızın yüz hatlarını aydınlattı.
"Oh, tamam! Peki, ah, Ciel'e ne oldu? Ve bu insanlar da kim?"diye sordu kafası karışık bir şekilde, yabancılarla dolu olan odayı işaret ederek.
"Ah, kendimi takdim etmediğim için özür dilerim.Ben Lord Alois Trancy'im, davada Ciel'e beraber çalışması için Kraliçe tarafınfan adanmış asilzade." Alois öne yürüyüp kızın elini sıktı, ama Sebastian arkasını dönüp insana uyarıcı bir bakış attı. Claude, Sebastian'ın davranışına yönelik bir kuşkuyla gözlerini kıstı.
"Ben Grell'im! Sebby'nin-"
"Şimdi uygun bir şekilde tanıştığımıza göre, belki de artık gitmelisiniz.Hâlâ Ciel'in durumunu bilmiyorum ve kısa ziyaretleri tercih ederdim.Ayrıca, sanırım akşam yemeği zamanı, değil mi?"diye böldü Sebastian, Grell başka bir şey söyleyemeden önce. Lizzie'nin sakince arkada duran hizmetçisi, sonunda konuştu.
"Katılıyorum.Leydi Elizabeth, size ve tüm arkadaşlarınıza yemek hazırlamaya gidiyorum, tamam mı?" Alois ve Grell hevesle baş salladı ve sonunda, bir iç çekişle, Lizzie de kabul etti.
"Peki.Ama yarın ilk iş geri döneceğiz." Elizabeth peşindeki hizmetçisiyle beraber çıkmadan önce Ciel'e hızlı bir öpücük attı.
"Herneyse.Baklayı ağzınızdan yakın zamanda alacağım.Bu sırada, benim değerli Ciel'imi canlı tut!" Alois Claude'ı kapıdan dışarı sürükledi, diğeri bütün zaman boyunca ilgisiz yüz ifadesini koruyup saklamıştı.
Grell koltuktan atladı, aptal gülümsemesi geri dönmüştü.
"Peki o zaman, Sebas-chan~! Şimdilik gideceğim, ama bir şey daha," Ölüm Meleği kapıya atladı ve tam dışarı çıkacakken omuzunun üzerinden arkaya bakıp lafını tamamladı.
"Ben yokken, benim yapmayacağım hiç bir şey yapma, Bassy" dedi flörtöz bir göz kırpmasıyla, odadan dışarı atlamadan önce.
Sebastian yavaşça, yatağın yanına yerleştirmiş olduğu yalın tahta sandalyeye oturdu.Elini kaldırdı, ve bir saniyelik tereddütden sonra, Ciel'in elini kavradı.
"Doğum gününüz yarın, genç Lord.Eğer hediyenizi nereye saklamış olduğumu söylesem uyanır mıydınız?" dedi Sebastian umutlu bir sırıtışla.Hiç bir sivri dilli yanıt almayınca gülümsemei dudaklarından düştü ve öne uzandı, efendisinin kendisine bu kadar yakın, ama yine de o kadar da uzak olan görüntüsüyle bir duygunun içten içe onu parçaladığını hissetdi.
Efendisini izlerken, gözleri oğlanın yastığının altından çıkan tuhaf bir şeyi fark etti.Sebastian serbest elini kullanıp deri ciltli defteri yatak ve yastığın arasından yavaşça çekip aldı.
"Rachel Phantomhive..." İlk sayfadaki temiz el yazısını okurken ismin dudaklarından dökülmesine izin verdi.
Böylelikle de, daha fazla düşünmeden, Sebastian günlüğe dalıp gitti.
Şimdiii...şey durum şu ki, minna, devamını eğer ayın on yedisine kadar çevirmem gerek.İşin iyi tarafı bu günde iki bölüm atmak zorunda olduğum anlamına geliyor, kötü tarafıysa şu ki eğer bitiremezsem devamı muhtemelen uzun süre gelmeyecek.Yaz bitiyor, okul başlıyor ve benim bu yıl universite sınavlarım var.
Neyse umarım bitiririm de yarım kalmaz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Evil Champion (Türkçe çeviri)
Fiksi PenggemarCiel Phantomhive kâhyası Sebastian ile sözleşme yapalı dört yıl olmuş ve artık on yedi yaşında.Ve ikili yavaşça iki şeyin farkına varmaya başlıyorlar:1) İlişkileri sadece katı Efendi ve Kâhya ilişkisi olmaktan çıkmış mıydı? ve 2)Ciel'in evebeyinl...