Bu sabah vücuduma bir şeyler enjekte edildikten sonra beni bir sandalyeye bağladılar ve bana silah ile ateş ettiler. Kurşun yaralarının iyileşmesi yaklaşık altı saat sürdü. Tüm bu süre boyunca yalvarsam da Bucky yanımda durmadı. Kurşun yaraları mı daha çok acıyor yoksa kalbim mi bilmiyorum. Ben artık buradan kurtulmak istiyorum. Kafayı yemek üzereyim.
Çaresizlik.
Daha önce hiç iliklerine kadar çaresiz hissetmemişti.
Afganistan'dayken bile hissetmemişti; umudu vardı. Kendine güveni vardı, tutunduğu şeyler vardı, çıkıp gidecekti, bundan emindi.
Ancak o an, ne umudu vardı ne de tutunduğu bir dal.
Öleceğim, diye düşündü. Bir hiç uğruna, istediğim herhangi bir şeyi gerçekleştiremeden bu koltukta ölüp gideceğim.
Bunu düşünmek, yalnızlığını yüzüne çarptı. Asla tam hissetmeyişini hatırlattı ona yeniden. Attığı her adım, yarımdı. Aldığı her nefes, yarımdı. Hiçbir zaman bir bütün olamayacaktı. O her zaman, insanların en tepesinde, tek başına olacak ve her zaman yarım nefesler alacaktı.
Tanrım, damarlarında akan öfkeyi hissedebiliyordu. İçinde yanan ateş neredeyse somuttu ve öylesine derin bir öfke içindeydi ki, elinde olsa tüm dünyayı ateşe verirdi.
İhanet.
Ne de iğrenç bir histi.
Obadiah'a her zaman güvenmişti; o babasıyla olan tek bağıydı, hep böyle düşünmüştü. Ancak adamın kalbi saf kötülükten oluşuyordu ve masum insanların ölmesine ilk elden sebep oluyordu. Bu düşünceyle aklını kaybedecek gibi oldu.
Kımıldamam lazım, diye düşündü. Neden hala çaresizce burada oturuyorum ki?
Çaresiz değildi o. Her seferinde bir yolunu bulurdu. İçindeki tüm o karışık, kanlı savaşa rağmen bir yol bulmak zorundaydı çünkü tek başınaydı.
Yarımdı.
Yine kendi kendini kurtarması gerekiyordu çünkü bunu onun yerine başka kimse yapmayacaktı. Her ne kadar kendi söküğünü kendi dikmekten yorulmuş da olsa, biraz dinlenmek de istese, vücudunu ayağa kalkmaya zorladı.
Şaşırtıcı bir şekilde, kalktı da. Ancak bu iki saniye kadar sürdü, bedeni birden sönen bir balon gibi yere yığıldı.
Madem yürüyemiyordu, sürünürdü o da. Ne yapıp edip laboratuvarda duran eski reaktöre ulaşması gerekiyordu.
Çok değil, on beş dakika kadar önce Obadiah gelmiş ve reaktörü göğsünden söküp almıştı. Bunu yaparken durmadan konuşmuş ve gitmeden evvel, Tony'i öpmüştü.
Bunu düşünmek midesinin bulanmasına sebep oldu. İğrenç bir histi, çok iğrençti hem de. Yaş farkının yanında, soluduğu hava bile kötülükle dolu olan o yalancı adam tarafından öpülmüş olmak dudaklarını kesme isteği uyandırıyordu içinde. Bir yandan da, zihninden hain bir ses, "Steve haklıydı." diyordu ona. "Seni uyarmıştı." O ses her konuştuğunda, küfrediyordu Tony de.
Aklında gezinen tilkileri kışkışlarken, sızlayan her kasına rağmen kendini dirseklerinin yardımıyla biraz daha ileri itti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hunter|Stony
Fanfiction[Captain HYDRA x Iron Man 1 öncesi zaman dilimini içerir.] "Hayal edebileceğin her şeyim. Birçok şey olabilirim. Avcın olabilirim, canını en çok yakan kişi olabilirim, seni yaralayan, dünyayı senin için bir cehennem haline getirecek kişi olabilirim...