Gözlerim, birbirine tutunarak ilerlemeyi reddeden birkaç saniye boyunca Karan'ın bedeninin birkaç dakika önce bulunduğu yerde takılı kaldı. Zihnim bana oyun oynuyormuş gibi onun kaybolduğu anı hatırlatıyordu. O bu zamana ait değildi ve burada ölmemeliydi ama yokluğu o kadar acı vericiydi ki, hıçkırarak ağlamamak için ellerimle ağzımı örtmek zorunda kalmıştım. Gözyaşlarım ağır ağır yanaklarımdan aşağı süzülürken, Karan'ın yüzü yavaş yavaş zihnimden silinmeye başlamıştı. Gözlerimi kapatıp yüzünü gözlerimin önüne getirmek istedim ama ela gözleri dışında yüzü gözümün önüne gelmemişti. Hatırladığım tek şey, içimi delip geçen ela gözlerden başka bir şey değildi. Gözyaşlarım birbiri ardına yanaklarımdan aşağı süzülürken, kalbimin üstündeki ağırlık arttı. Birkaç saniye önce karşımdaydı ama şu an yüzünü hiç görmemişim gibi yabancıydı.
Onu hatırlamak için bir kez daha gözlerimi kapattığımda, aşağıdaki asker seslendi:
"Sabırlı biri değilim Barbaros! Buradaki herkesi öldürmeden ortaya çıkarsan iyi edersin!"
Gözyaşlarımı elimin tersiyle silip burnumu çektikten sonra kendime gelmek için derin derin nefes alıp verdim. Şu an bu şekilde durup beklememin bir anlamı yoktu. Karan'ı geleceğe gönderdiğim gibi Selin ve Sinan'ı da göndermeliydim. Bunu başarabilmem için de gücümü toplayıp hızlı düşünmem gerekiyordu.
Yavaşça hareket edip bir kez daha aşağı baktım fakat bulutların ardında kaybolan ay yüzünden hiçkimseyi göremedim. Yavaşça geri çekilip sessiz adımlarla çatıya çıktığımız kapağın yanına geldim. Usulca kapağı yana kaydırdıktan sonra yan taraftaki merdiveni aşağı sarkıtıp aşağı indim. Kısa bir an Karan ile yukarı çıktığımız anı hatırladım ama sonra o da zihnimin derinliklerine karışarak parça parça hatırladığım eski bir anı haline geldi. Aklım bana ihanet ederek tüm gerçekliğimi değiştiriyordu ve ben bu şekilde ne kadar daha dayanabileceğimi bilmiyordum.
Derin derin nefes alıp verirken usulca merdiveni eski yerine koydum. Arkamı dönüp bu küçük alandan ayrılıp hole çıkacağım an karanlıkta uzanan bir el bileğimi sıkıca kavrayıp hızla beni kendine doğru çekti. Kalbim korkuyla çarparken, yüzünü göremediğim kişi eliyle ağzımı sıkıca kapatıp beni duvara sertçe çarptı.
"Barbaros nerede?" diye fısıldadı bir kadın. Bu tiz ses zihnime o kadar çabuk işlemişti ki, anında kim olduğunu çıkarabilmiştim. Burada, genelevinde Karan'a karşı fazlasıyla ilgi duyan o kadındı. Ağzımı sıkıca kapatan elini tutup sertçe indirdikten sonra onu kendimden uzaklaştırdım.
"Onlara burada olduğumuzu sen söyledin, değil mi?" diye sordum karanlıkta gözlerini bulmaya çalışırken.
"İnanmayacaksın belki ama burada olduğunuzu ben söylemedim. Ama sizi bu kadar erken bulduklarına göre, biri mutlaka söylemiştir." Diye kısaca açıklama yapsa da ona inanmadım. Nefret dolu bakışlarla yüzüne bakarken o an yanıma kendimi savunabileceğim hiçbir şey almadığım için pişman oldum. Eğer isterse hemen burada beni öldürebilirdi. Sertçe yutkundum.
"Neden buradasın?" diye sordum sessizce. Kadın bana yaklaşıp iyice karanlığa gömüldü.
"Barbaros'u istiyorlar." diye fısıldadı sessizce. "Onlar senin için gelmiş gibi görünmüyor."
Kaşlarım çatılırken, söylediklerinde haklılık payı olup olmadığını kısa bir süre düşündüm. Herhangi bir sonuca ulaşamayacağımı anladığımda, "Bunu da nereden çıkardın?" diye sordum sertçe.
"Salak mısın Kardelen? Uç beyinin askerleri değil onlar. Derebeyinin askerleri!"
Aklım iyice karışmıştı ve ne düşüneceğimi, nasıl bir karar vereceğimi bilemiyordum. Her şey fazlasıyla belirsizdi. Bu belirsizliğin arasında çözüm bulmaya çalışırken hiç yol katedemiyormuşum gibi geliyordu. Bir de bu karşımdaki kadının söylediklerine inanıp inanmamam gerektiğini de bilmiyordum. Çömelip hıçkırarak ağlamamak için kendimi zor tututarken derin bir nefes aldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YILDIZLAR ÖLMEK ZORUNDA
FantasyKaçmak çözüm değildi. Kaderim bir adamın dudaklarından dökülecek kelimelere bağlanmışken, bana uzanan hiçbir el bunu değiştiremezdi. Ölüm enseme üflüyordu ve korku damarlarımda geziniyordu. Ruhum iki farklı bedende, iki farklı zamanda varolmuştu ve...