Göğsüm hızla inip kalkıyordu. Bacaklarımda hiç güç kalmamıştı ama yine de yürümek için kendimi zorluyordum. Hayır, bilincimi kaybetmemek için kendimle savaşıyordum. Daha önce duymadığım kadar çok ses vardı. Sanki tepemde binlerce insan bağırarak konuşuyordu. Ellerimi kaldırıp kulaklarımı kapatırken yorgun gözlerle yanımdan geçip giderken bana garip bakışlar atan insanlara bakıyordum. O kadar çok ışık parıldıyordu ki, gece değil de gündüzmüş gibi hissediyordum. Işıklar gözümü alıyordu.
Gözlerimi usulca yumdum. Bununla birlikte yaşlar yanaklarımdan aşağı süzüldü. O an geçmişte olmayı diledim. Sessiz dünyamda zihnimin içinde yaşamak çok daha kolaydı. Gözlerimi aralayıp ilerlemeye devam ettim. Bu şekilde etrafta dolanalı ne kadar olmuştu? Bir saat? İki? Belki de üç... Bilemiyordum. Zihnim bana oyun oynuyordu adeta. Hissettiğim korku yalnız olduğumu bana her saniye hatırlatıyordu. Soğuk... İşte hissettiğim tam olarak buydu.
Bir adım daha attığımda vücudum kaskatı kesildi. "Köse?" Bu kelime zihnimde defalarca kez yankılandı. Kalbim sanki daha da hızlanabilecekmiş gibi hızlandı. Ağır ağır arkamı döndüm. Hakan ter içinde kalmış bir halde ileride durmuş bana bakıyordu. Bacaklarım güçsüz olsa da ona doğru yürüdüm. Ve asla düşünmediğim şeyi yaptım.
Ona sarılıp hıçkırarak ağlamaya başladım. Bir yandan da gövdesini yumrukluyordum.
"Beni bıraktınız..." dedim nefessiz kalırken. "Beni burada bıraktınız." Ağlamam daha da şiddetlendi. Kendimi çok daha fazla çaresiz hissediyordum. Deli gibi ağlamak ve daha kuvvetli vurmak istiyordum. Ama sonunda elim göğsünde durdu. Hakan yavaşça bana sarıldı.
"Üzgünüm Köse." dedi. "Hem seni bıraktığımız için, hem de kız olduğunu yeni anladığım için. Üzgünüm."
Dakikalarca o halde bekledik. Sakinleştiğimde ve zihnimi toparladığımda utanarak ondan ayrıldım. Yüzüne bakamıyordum.
"Ağlamaktan yüzün şişmiş." dedi bana bakarken. "Bu halde diğerlerinin yanına dönmeyelim, olur mu? Kimliğin açığa çıkmasın."
Yere bakarken burnumu çekip onu onayladım. O sırada karnım guruldadı. Aç olduğumu henüz fark ediyordum.
"Açım." diye mırıldandım. Sesimi duymuş olmasını umarken, "Haa..." diye bir ses çıkardı. "Doğru, yemek yemeğe gidelim."
Hala yüzüne bakamıyordum. Aptal gibi sarılıp ağlamıştım. Saçımı tutup yolmak istiyordum ama saçım yoktu. Moralim daha çok bozulurken, Hakan sol bileğimi yakalayınca düşüncelerim dağıldı. İlk kez başımı kaldırıp ona baktım.
"Kaybolmaman için bileğini tutacağım, tamam mı?" Kaşlarım hafifçe çatılırken cevabımı beklemeden ilerlemeye başlayınca yürümek zorunda kaldım. Her zamanki Hakan gibi değildi, kız olduğumu öğrenince çok daha kibar olmuştu.
Ah! Aptal ben! Kız olduğumu kaç kişi daha öğrenecekti? Aptal ben! Aptal ben!
Çok kısa bir mesafeyi kat ettikten sonra ışıltılı bir mekanın önünde durdu. "Daha önce burada yemedim ama umarım yemekleri güzeldir. Haydi, girelim."
Hakan kapıyı iterken birlikte içeri girdik. Birkaç masada oturmuş yemek yiyen inanlar dışında sessiz bir yerdi. Kaslarımın gevşediğini hissederken ilerideki bir masaya oturduk. Genç bir kadın gülümserken yanıma gelip masamıza iki tane kitap bıraktı. Kaşlarım çatılırken Hakan'ı izledim. Kitaplardan birini alıp açtı ve sayfaları değiştirdi.
Kendimi belli etmemek için uzanıp diğerini de ben aldım ve açtım. Resimlerle dolu sayfaları görünce kaşlarım çatıldı. Sayfalar dolusu yemek resmi vardı ve yanlarında bir şeyler yazıyordu. Karnım guruldarken nasıl çözeceğimi bilemiyordum. Başımı uzatıp Hakan'a baktım. Kitabı kapattı ve elini kaldırdı. Kaşlarım daha da çatıldı. Karan olsaydı eğer, bu kadar karmaşık şeylerle uğraşmazdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YILDIZLAR ÖLMEK ZORUNDA
FantasyKaçmak çözüm değildi. Kaderim bir adamın dudaklarından dökülecek kelimelere bağlanmışken, bana uzanan hiçbir el bunu değiştiremezdi. Ölüm enseme üflüyordu ve korku damarlarımda geziniyordu. Ruhum iki farklı bedende, iki farklı zamanda varolmuştu ve...