"Ben daha stajyerliğimin ilk yılını geçtim, ilk ayını bile doldurmamışken nasıl benden bir yaş küçük olan son sınıfların dersine gireyim, hocam?"Bıkkınlıkla nefesini dışarıya üflediğinde, her zamanki naneli sakızının kokusu burnuma ilişmişti. Üniversiteyi geçen yıl bitirmiştim ve de bitirdiğim üniversitede müdürün iş teklifi ile çalışmaya başlamıştım. Fakat ilk yıl yalnızca staj olacaktı guya.
"Bayan Lee sadece iki hafta olmayacak ve toplamda sekiz kere dersi boş kalacak. O boşluğu sen doldurabilirsin. Hem uygulamalı pratik en hızlısı ve iyisidir. İzleyerek bir şeyler kazanmak daha uzun sürer."
"Hocam, sınıftakilerin çoğu benden bir yaş küçük ve çoğu da yaşıtım. Beni ciddiye alacaklarını düşünmüyorum."
Tek kaşını kaldırdığında bay Kim, radarına yakalanmışım gibi hissetmiştim.
"Ne yani yirmi kişilik bir sınıf ile başa çıkamayıp, korkacağını mı ima ediyorsun? Ah, pekala, bunu baştan söyleyebilirdin."
Alt dudağımı ısırırken, beni bir güzel ezen bakışlarına çevirdim kısılan gözlerimi.
"Hangi katta?"
Bilmişçesine gülümsedi.
"Üçüncü kat, 87 numara."
Gülümsedim ve elindeki ders programını alıp merdivenlere ilerledim. Cidden, ne tür bir şanssızlığım vardı, çözemiyordum.
Sınıfın önüne geldiğimde, hocanın olmamasından istifade herkes birbirine girmişti. Seslerden belliydi. Kapıyı açıp, sertçe kapatırken bakışları üzerimde hissetmiştim. Öğretmenden çok yeni öğrenciye benziyordum büyük ihtimalle. Öğretmen masasına gidip çantamı ve ders programımı bulunduran a4'ü bıraktım. Ardından kollarımı birbirine dolayarak sınıfa dönmüştüm.
"Alt sınıflardan mısın? Kaç dakika gecikecekmiş hoca?"
Kindar biri olarak, hiçbir şey bilmeyen kıza öfke beslemeye başlarken, hala ayakta dikilen kalaslara baktım.
"Özel bir teklif falan mı bekliyorsunuz?"
Gevşekçe sırıtan bir çocuk "Bunları herkesin ortasında konuşmayalım ya." diyerek zeka seviyesini arşa çıkardığında, gerçeklikten uzak bir şekilde gülümsedim.
"On saniye içinde yerinize geçip oturmazsanız, özel tekliflerinizi müdürün odasında tartışacağız. Hem de direkt disiplin odaklı olacak tekliflerim."
"Boyu benden kısa ama bakışları ile kesip mezara koyar lan bu beni."
Yerine geçen birkaç gerzek konuşmaya devam ederken, sonunda herkes yerindeydi. Beni tanımamaları normaldi çünkü son yılımda sadece sınavlar için geliyordum. Dışarıdan devam ettiriyordum okulu.
"İki haftalığına bayan Lee olmayacak. Ve bu süreçte de ingilizce dersinize ben gireceğim. Anlamlı bir sorusu olan?"
"Kaç yaşındasınız?"
Herkes sorunun cevabını beklerken, "Hala anlamlı sorusu olan birini bulamadığım için derse geçebilirim." diye mırıldanmıştım.
"Size nasıl seslenelim?"
"Zor bir soru, tebrik ederim. Hoca diyebilirsiniz mesela."
Ardından devam etmiştim.
"İnglizcesine tamamen güvenen var mı?"
Yaklaşık on kişi el kaldırmıştı.
"İngilizcesi iyi olanlar arkaya, normal ve kötü olanlar ön sıraya geçsin."
Yer değişikliği bittiğinde, kalçamı masama yaslayıp, bakışlarımı sınıfta gezdirdim. En öne geçen bir kızda karar kıldığımda, "Sen." diyerek ona seslenmiştim.
"Lütfen, yanıma gel."
Tedirgince ayağa kalkıp, yanıma gelirken yanakları kıpkırmızı olmuştu bile.
"İngilizce kendini tanıtmaya başla."
"İsmim, Jiwon. 21 yaşındayım. Son sınıf öğrencisiyim. Seul'danım. İki kız kardeşim var. Annem Japon, babam ise Koreli."
"Kelimeleri Kore telafuzu ile söylüyorsun. Filmler ve diziler izlemen gerek bunu düzeltmek için. Ve de kelime ezberlemeye devam etmen tabi ki."
Kafasını sallarken, yerine geçmesi için izin verdim.
"Gönüllü var mı?"
"İzin verirseniz, söyleyeceklerim var.."
Ortalarda oturan esmer çocuk, parmağını havaya kaldırmışken, "Evet?" dedim konuşması için.
"Fazla soğuksunuz. İnsanda ingilizce öğrenme hevesi yaratmıyorsunuz. Ben asla ingilizce derslerinde zile kaç dakika kaldı diye bakma gereği duymadım, çünkü ingilizceyi seviyorum. Ama siz bende bu isteği yaratıyorsunuz. Kendiniz hakkında hiçbir bilgi vermeyip, yoldan geçen herhangi biri gibi davranıyorsunuz. Ne kadar ders çalışmak bize bağlı olsa da, hevesi hocadan alıyoruz istemsizce. Bayan Lee çok sıcak ve sevimli bir şekilde bu dersi bize sevdirmişti. Siz ise sadece birer robot gibisiniz. İki haftalık bir süreç evet ama sekiz kez karşılaşacağız. Çok değil ama dersten soğumak için yeterli bir süre."
"İsmin?"
"Jungkook, Jeon Jungkook."
"İnsanlar sevdikleri şey için ortada engelleri kaldırabilmeli. Eğer ingilizceyi seçmişsen ve seviyorsan beni bahane olarak kullanamazsın. Ben senin için bir engel olabilirim ama sen de beni ortadan kaldırmak için bir şeyler düşünebilirsin. Mesela iki hafta sabretmek gibi."
Cümlelerimi ingilizce kurmuşken, anladığını umuyordum. Kendine güvenen bir tipe benziyordu. Aynı zamanda ölesine gıcık olacağım bir tip de olabilirdi.
"Ben ingilizce bilmiyorum hoca'm."
Tek kaşım havalandı.
"Öğreneceksin, çünkü mecbursun. Tıpkı iki haftalığına bana mecbur olduğun gibi. Ha, illa cümlelerimi süsleyip, aegyo yaparak ders işlememi istiyorsanız, direkt gidip müdüre şikayet edin. Zira ben de birçok şeye mecbur bırakıldım. Fakat göründüğü gibi 'ağlamıyorum'."
"Jungkook, otur istersen. Gerçi her taraflı girdi, oturunca acıtacak ama."
Yanındaki çocuk kolunu dürtüp, onunla dalga geçerken Jungkook, gülümsüyordu. Konuşmamda komik bir kısım olduğunu sanmıyordum. Belki de sadece sınıfın delisiydi o kadar.
♧
Yorumlarınızı bırakmayı unutmayın lütfen :')
ŞİMDİ OKUDUĞUN
First rule; don't love [ jenkook ] ✓
FanficBir kalp vardı derin bir okyanusa düşüp kaybolan ve bir ruh vardı o okyanusta boğulan. Ve de bir aşk vardı yaşam için o soğuk sularda çırpınan. [ Jungkook ๑ Jennie ] © thynights | 2020