Bu kapının arkasında olan kimseyi şuan ki kadar garip karşılamazdım. Kapıyı açtığımda delikten gördüğüm acı kahve gözleri şimdi aramızda buğulu cam parçası olmadan dosdoğru gözlerimdeydi. Onu ilk gün gördüğüm de ya da internetteki araştırmalarımda rastladığım fotoğraflarındaki takım elbiselerin aksine şimdi üzerinde koyu lacivert v yaka bir tişört, altında siyah kot vardı. Bu görüntüsüyle daha genç hatta belki daha samimi görünse de yüzündeki o ifadesizlik az önce düşündüğüm samimi görüntüsünü üfleyip yok etmişti.
'Öğretmenim seni çok özledim!' diye gelen bir çığlığın ardından belime sarılan kollarla öylece kalakaldım. Kendimi toparlayıp Mina'nın belime nefesimi kesmek ister gibi sarılan kollarına alışınca bir elimi başına koyup usulca okşadım.
'Ben de seni çok özledim Mina' dedim mırıltıyla. Kafasını kaldırıp yüzüme baktı parlak gülümsemesiyle. Bu saatte neden burada olduklarını ve dahası neden Pusat'ın da burada olduğunu deli gibi merak ediyordum. Ancak bunu Mina'nın yanında sormanın yanlış olacağını düşününce Mina'ya bakıp gülümsedim.
'Miniğim hadi sen içeri geç. Geliyorum ben de.' dedim gerginliğimi belli etmeden. Mina hiç bir şey demeden gülümseyerek odaya geçince kafamı tekrar Pusat'a çevirdim. Hala hiç kıpırdamamış, tıpkı bir heykel gibi dikiliyordu.
'Ne işin var burada?' dedim sert çıkmasına engel olamadığım bir tonla. Yüzümü dikkatle inceleyen adamın dudağının sağ tarafı hafifçe yukarı kalktı. İfadesiz diye adlandırdığım yüzü şimdi buram buram alay okuyordu.
'Uyuyor muydun? Tavuk musun sen?' Alayla çıkan cümlesi bir an afallamama sebep oldu. Elimi saçıma atıp, gözümün önüne gelen tutamları geriye attım.
'Yok uyumuyordum aslında da...' dedikten sonra duraksadım. Ne diye açıklama yapıyordum ki ben bu adama? Çatılan kaşlarımla suratına daha sert bakmaya başladım. Kafamı çevirip Mina'nın gelip gelmediğini kontrol ettikten sonra öfkeli suratımı tekrar karşımdaki bana alayla bakan adama çevirdim.
' Uyuyorsam uyuyorum sana ne. Sana bir soru sordum. Ne işin var burada?!' dedim. Son cümleyi bastırarak söylesem de Mina'nın duymaması için sesimi alçak tutuyordum.
'Evine gelen misafirlere hep böyle mi davranırsın?' diye söylendi daha ciddi bir ifadeyle. Ama hala aradan sızan alayı anlayabilecek kadar algılarım açıktı.
'Sadece davetsiz gelenlere.' Tek kaşımı kaldırıp söylediğim cümlenin ardından bir süre bir şey demedi. Aramızda olan kısa mesafeyi bir adımda aşıp burnumun dibine kadar sokuldu. Şimdi gözlerini daha yakından görüyordum. Bir önceki gözlemimde yanılmamıştım. Gözleri gerçekten de acı bir kahve gibiydi. Tam sevdiğim gibi bana özel hazırlanmış yoğun, acı bir kahve... Ama dikkatimi dağıtan başka bir şey vardı ki o da şuan burnumdan başlayan yolcuğuna tüm damarlarımda usulca ilerleyen yoğun kokusuydu. Gözlerinin kahvesinin teninden yayılan yeni yapılmış kahve kokusundan aldığını düşünmem yanlış olmazdı sanırım. Onu ilk gördüğümde dan diye aklıma üşüşen 'acı kahve gözler' şimdi yakınlığının beraberinde getirdiği kokusuyla tam bir bütün gibiydi. Bir insanın gözleri ve kokusu bu kadar uyumlu olabilir miydi? Olmamalıydı!
Bana asırlarca sürmüş gibi gelen yakınlığımız elini omzuma koyup beni yavaşça yana çekmesiyle son buldu. Ben az önceki gereksiz yakınlaşmanın etkisinden kurtulamamışken. O söylenerek içeri giriyordu.
'Yeğenimi nasıl bir eve getirdiğimi görmek en doğal hakkım diye düşünüyorum.'
Pusat'ın gittikçe uzaklaşan sesine rağmen ben hala kapının önünde öylece duruyordum. ' Kapıda kalma. Geç tabi ki.' diye arkasından yüksek sesle söylendiğimde kısa bir an bunun şaka olduğuna inanmak istesem de şuan Mina'yla konuşan adamın böyle bir şaka yapmayacak kadar kasıntı olduğunu biliyordum. Kapıyı sertçe kapatıp ben de hızlı adımlarla salona ilerledim. Mina çift kişilik kanepede oturmuş meraklı mavi gözlerini odada gezdirirken, Pusat berjerde oturmuş yarım bıraktığım kitabımı inceliyordu. Asık suratla baktığım adamdan gözlerimi ayırmadan Mina'nın yanına oturdum. Mina'nın gözlerinin bana döndüğünü hissetsem de Pusat kırk yıldır bu eve gelip gidiyormuş gibi rahatça sol ayak bileği sağ dizinin üzerine gelmek suretiyle oturmuş kitabımı dikkatle incelemeye devam ediyordu. Gözlerimi Pusat' tan alıp Mina'nın bana bakan parlak gözlerine çevirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Semender
ActionKarşımdaki sandalyede elleri arkadan kalın halatlarla bağlı olan adamın acı kahve gözlerine baktım. Zira kendileri bu cılız bir ampulün aydınlatmaktan ziyade sadece göz kırptığı izbe mekanın içinde hedefinden hiç şaşmadan benim gözlerime dikilmişti...