İçeri geçtiğimde hala burnumdan soluyordum. Mina ise suratıma bakıp kıkır kıkır gülmeye devam ediyordu.
'Dayım çok komik değil mi öğretmenim? Beni hep güldürüyor.' Dayısına ne kadar hayran olduğu gözlerinden okunuyordu. Dişlerimi sıkarak gülümsedim.
'Kesinlikle miniğim, kesinlikle çok komik!'
*
Pusat gittiğinden beri Mina ile ödevindeki yanlışlarını düzeltmiştik. Onlar bitince bir çizgi film açıp izlemiştik. Şimdi de birlikte sıktığımız portakal suyumuzu yudumluyorduk. Bir süre sessiz kalsa da sonunda kafasını bana çevirdi.
'Öğretmenim sen neden etek giymiyorsun?' diye sordu merakla. Sorusu bir an şaşırmama sebep oldu. Bunun bir nedeni yoktu ama Mina'nın neden sorduğunu gerçekten merak etmiştim.
'Çok fazla rahat edemiyorum okulda miniğim. Neden sordun?'
Huzursuz bir nefes aldı. Bir şey söylemek istiyor ama nasıl söyleyeceğini bilemiyor gibiydi. Buğulanmış mavi gözleri birkaç dakika masada dolaştıktan sonra gözlerimi buldu.
'Ben de etek giymiyorum' dedi. Bunu biliyordum. Ama hala neden bu konuşmayı yaptığımızı bilmiyordum.
'Evet miniğim biliyorum. Peki neden?' Şimdi gerçekten meraklanmıştım. Sandalyeme iyice yaslandım ve Mina'ya şimdi daha dikkatli bakmaya başladım.
'Çünkü babam erkek çocuklarını daha çok seviyor. Benim gibi bir kızı olmasındansa bir oğlu olmasını tercih ederdi. Evet, beni çok seviyor ama oğlu olsaydım daha çok severdi kesin. Bende o yüzden mesela etek giymiyorum, süslü tokalar takmıyorum. Hatta dayımdan kendimi savunmak için savunma dersleri alıyorum. Babam bana öyle zamanlarda çok güzel bakıyor.' diye mırıldandı dolu gözleriyle. Ne diyeceğimi işte şimdi bilmiyordum. Masada olan minik ellerinden birinin üzerine elimi koyup yavaşça okşadım.
'Seni böyle düşündüren ne peki?' dedim. Kenan kızını gerçekten çok seven bir babaydı. Bunu herkes anlayabilirdi ama toplumumuzdaki erkeklerin bakış açısı göz önüne alınınca Mina'nın hislerine olanaksız diyemiyordum.
'Babam ve dayımın bir arkadaşı var, Melih amca. Minik oğluyla bize gelmişlerdi. Ben minik Aras'a oyuncak getirmek için odama gitmiştim. Merdivenden inerken babamın sesini duydum. ''Erkek çocuk farklı be kardeşim. Şuna bak'' diyordu. İndiğim de Aras kucağındaydı ve onu ''Aslanım!'' diye seviyordu. Ben de o günden sonra etek giymedim. Beni daha çok sever belki diye' dedi gözlerinden boncuk boncuk yaşlar akarken. Mina küçük bir kız çocuğuydu. Her ne kadar artık vücudu genç kız olması için ilk sinyalleri vermiş olsa da o hala babasının nazlı bir kızıydı ve olanları yanlış yorumluyordu. Onunla konuşup bunun böyle olmadığını anlatsam da çok ikna olduğu söylenemezdi. Ben de bunu daha sonra Kenan'la konuşmayı aklıma not edip konuyu kapatmıştım.
Kenan hala gelmemişti. Öğretmen olsam da daha önceden çocuklarla okul dışında vakit geçireceğim, tek başıma bir çocuğun sorumluluğunu alacağım bir ortam olmadığı için biraz gerilmiştim. Ama Mina çok zeki çok sevimli bir çocuktu. Bu evde geçirdiğim birkaç yalnız aydan sonra onun varlığı gerçekten de iyi gelmişti. Mutfaktaki konuşmamızdan sonra tekrar salona dönmüştük. Mina dizime yatmış çizgi film izlerken ben de yarım bıraktığım kitabımı okuyordum. O sıra telefonumun mesaj sesi yükseldi. Telefonumu almak için eğildiğimde dizimde yatan Mina'nın uyuyakaldığını görüp daha yavaş hareketlerle telefonumu sehpadan aldım. Mesaj Kenan'dandı. Yarım saate burada olacağını, geç kaldığı için çok mahcup olduğunu yazmıştı. 'Önemli değil, acele etmeyin. Mina uyudu zaten.' diye cevapladıktan sonra Mina'yı kucaklayıp odama taşıdım. Yatağıma yatırdıktan sonra üstünü pikeyle örtüp mutfağa geldim. Kendime acı bir kahve yapıp bir de sigara yaktım. Gelen kahve kokusuyla eş zamanlı olarak aklıma Pusat geldi ki bu çok saçmaydı. Neredeyse kendimi bildim bileli içtiğim kahve bana nasıl 3 günlük adamı hatırlatabilirdi ki. Olacak iş değildi!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Semender
AçãoKarşımdaki sandalyede elleri arkadan kalın halatlarla bağlı olan adamın acı kahve gözlerine baktım. Zira kendileri bu cılız bir ampulün aydınlatmaktan ziyade sadece göz kırptığı izbe mekanın içinde hedefinden hiç şaşmadan benim gözlerime dikilmişti...