Hepinize merhaba! Yeni bölümümüz geldi. Bölüm hakkında yorumlarınızı eklerseniz çok sevinirim. :)
*
Bölük pörçük uykumla geçen uzun gecenin ardından gözlerimi aydınlık bir güne açtım. Dün gece gördüğüm rüyanın görüntüleri bir fare gibi beynimi kemirirken bir süre sözlerimi tavana sabitleyip kendime gelmeyi bekledim. Rüya dahi olsa Ali'ye sarılmış olmak ruhumu tazeliyor beni kendime getiriyordu.
Kendime gelmek için soğuk bir duşa ihtiyacım olduğunu anladım. Öncesinde mutfağa gidip su ısıtıcısını çalıştırıp banyoya gittim. Soğuk su ile kısa bir duş alıp mutfağa gelip kahvemi yaptım. Mutfak masasına oturduğumda burnuma gelen kahve kokusuyla aklıma Pusat geldi. Onun neden böyle alakasız zamanlarda ansızın aklıma geldiğini anlamazken bir de rüyalarıma girmeye başlamıştı.
Ali, benim kuzey yıldızım... Gökyüzünden yeryüzüne inmişti beni görmek için. İçimdeki sızıyı bilse beni burada bir başıma bırakmazdı biliyorum. Ne kadar yalnız olduğumu, belli etmesem de ne kadar güçsüz olduğumu bilse beni de alırdı yanına. Çünkü o hiçbir zaman, hiç bir koşulda beni yalnız bırakmamıştı. Görev için gittiği zamanlarda defalarca kez ayrı kalmıştık ya da beni eğitim için yurt dışına gönderdiği vakit de ayrı kalmıştık ama sonu hep kavuşmaydı. Bunlar gerçek ayrılık bile sayılmazdı. Ölümü ilk ve en büyük ayrılığımız olmuştu. Ama rüyamda da dediği gibi güçlü olacağıma söz vermiştim ben ona. İçim cayır cayır yansa da buz gibi durmayı o öğretmişti bana ve ben de söz vermiştim.
Ali'nin yolunun yetimhaneye nasıl düştüğünü ancak ikimiz de yurttan ayrılıp yetişkin birer birey olduğumuzda öğrenebilmiştim. Buralarda olan her çocuğun bir hikayesi vardı. Kimi annesini ve babasını kaybetmiş kimi ise hiç bulamamıştı. Ali, tıpkı benim gibi ailesini bulamadan kaybedenlerdi. Kaç aylıkken olduğunu bilmese de henüz yaşında bile değilken bir dükkanın önüne bırakılmıştı. Sabah dükkanını açmaya gelen adam donmak üzereyken bulmuş Ali'yi. Koşa koşa karakola götürmüş, oradan da yetimhaneye düşmüştü yolu.
Ali onu tanıdığımdaki çocuk yaşına rağmen o kadar olgundu ki onun çok büyük bir adam olduğunu düşünürdüm çocuk aklımla. Sanki Ali küçük bir bedene hapsedilmiş koca bir adamdı ve benim için, bana özeldi. Son nefesine kadar eli hep omzumda durmuştu. Ona katlanılamayacak kadar acı çekmesine sebep olurlarken bile beni hatırlamış, kuzey yıldızı kolyesini son gücüyle avucuna alıp, sıkı sıkı tutmuştu. Ben onu ne kadar sevdiysem o da beni o kadar sevmiş, son nefesinde bile aklına beni getirmişti. Öyleyse benim de bundan sonraki bütün nefeslerim Ali için olacaktı. Bu kararı onun soğuk, cansız ama hala güzel olan bedenini gördüğümde vermiştim.
Yarısındayken içmeyi unuttuğum kahvemden aldığım soğuk yudumla yüzümü buruşturdum. Fincanın içindeki soğumuş kahveyi döküp fincanı lavaboya bıraktım. Cumartesi gününün vermiş olduğu rahatlıkla salona geçip kitabımı okumaya devam ettim. Hüseyin Nihal Atsız'a ait olan kitapta bir söz dikkatimi çekti. Diyordu ki Hüseyin Nihal Atsız;
ʺBelki diner yanışım
Son uykuya yatınca...ʺ
*
Kitabımı okuyup bitirmiş, kendime bir kahve daha yapıp sigaram eşliğinde içmiştim daha sonrasında önümüzdeki haftanın ders planlarını yapmıştım ancak vakit ancak akşamüstüne kadar ilerleyebilmişti. Kahvaltı yapmayı sevmesem bile akşam yemeği yemem gerektiğini biliyordum. Yemeklik malzeme bulma umuduyla buzdolabını kurcalasam da elim boş şekilde dolabın kapağını kapattım. Alışverişe gitmem gerektiğine karar verip yatak odama ilerledim. Elbise dolabımdan çıkardığım siyah taytımı ve gri kolsuz bluzumu hızlıca giydim. Okula giderken takmış olduğum çantamdan cüzdanımı ve mutfakta bıraktığım telefonumu alıp bel çantama attım. Kapıya gelip postallarımı da ayağıma geçirince evden çıktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Semender
AksiKarşımdaki sandalyede elleri arkadan kalın halatlarla bağlı olan adamın acı kahve gözlerine baktım. Zira kendileri bu cılız bir ampulün aydınlatmaktan ziyade sadece göz kırptığı izbe mekanın içinde hedefinden hiç şaşmadan benim gözlerime dikilmişti...