"Verdiklerim üzerine olmuş," Clark gece karası gözleri üzerime dikerek bedenimde keşfe çıkarken fincanındaki kahveden bir yudum aldı. Mutfak masasında karşılıklı kahvaltı fikrinin fena fikir olmadığını ki bundan keyif aldığı her halinden belli bir tavırla oturuyordu sandalyesinde. Ağzındaki lokmayı çiğnedikten sonra yutkundum.
"Dalga geçme. Tanrı aşkını verdiğin tişört ayak bileklerime iniyor... Halime bak." Sızlanmalarımı tebessüm ederken beni süzmekten vazgeçerek yüzünde oluşan o esrarengiz bakışını takındı.
"Abartma istersen. Neyse ben yeterince doydum sana afiyet olsun," masadan kalkmadan önce peçeteyle ağzını sildi ve sandalyesini hafif iterek ayağa kalktı.
"Tamam. Bende doydum ve şey..." Bakışlarımı üzerine dikip kendimden emin bir duruşla karşısında dikilirken sanki bir büyü yapıyormuşum gibi bana bağlandığını hissedebiliyordum. Deli olduğumu ya da aklımı kaçırmak üzere olduğumu da düşünüyordum fakat düştüğüm durum ve hissettiklerim tamda buydu. Ben derin düşüncelere yuvarlanmışken kulağıma ilişen melodik sesle gülümsedim.
"Evet," kuşkusuz keskin tavırları beni ne kadar ürküttüğünü bilse de umursamadığını da adım gibi biliyordum ve bu durum tuhaf bir şekilde hoşuna da gidiyordu. Emindim!
"Aslında bakarsan şey... Tamam, bak." Yerimden hızla ileri atılmak pekte parlak bir fikir değildi, bunu net bir şekilde kavramış bulunmuştum. Bir kaç adım atmak istemiştim ama... Hesaplayamadığım şey bacağımdaki eşofman altı çok fazla büyük gelmiş ne kadar kıvırsam da yanlışlıkla basarak düşme tehlikesi atlatmıştım ama Clark’ın hızla belimden kavraması ile düşmemi engellemişti. "Ah! Ne sakarım."
"Evet, fazlaca sakarsın. Her neyse ne diyordun?" yakın olmamızın verdiği tuhaf duyguyla kalbim koşu yarışındaymışçasına hızla çarpıyordu. Benden farkı olmadığını anladığım Clark garip bir şekilde gözlerime bakarak yutkundu, onu takip ederek bende yutkundum. Dudaklarımız neredeyse birbirlerine değiyordu.
"Beni öpecek misin?" Dudaklarımdan dökülen kelimelere mani olamazken amansız bir şaşkınlığın içine düşmüştüm. Tek şaşıran ben değildim! Bunu anlamamsa Clark’ın irileşen karar gözleriydi. Tekrar yutkundum.
"Hayır. Hem öyle bir şey olsa anlarsın." keskin ifadesinin kapladığı kararlı yüzü ve uzay boşluğundaki kara deliği anımsatan gözlerine takılı kalmıştım. Tekrar yutkundu. Clark’ın kollarından sıyrılarak bir adım geriledim. Şaşkınlığın ve tarif edemediğim duygunun kapladığı kalbim teklemişti.
"Iımm tamam. Her neyse işte, benim gidecek yerim yok ve kendime bir yer bulana kadar burada kalabilir miyim?" Ona masumca bakmam tesir etti mi etmedi bilmiyordum fakat bakışlarında ki bir şey beni kabul edeceğini avaz avaz bağırıyordu.
"Tamam istediğin kadar kalabilirsin," Clark tam arkasını dönmüş mutfaktan çıkacağı sırada yanına hızla ulaşmama şaşırmayı es geçerek ufak elimi koluna bıraktım. Benim varlığımı hissetmesi ve yerinde duraksamasını gözlerimi kırpıştırarak izledim.
"Teşekkür ederim..." dedim sırf bir şeyler söylemek için. Aslında daha farklı kelimeler sıralanıp geçiyordu aklımdan ama dilimden dökülenler bunlarla sınırlıydı. Clark’ın keskin bakışları gözlerime kenetlendiğinde ise yer ayaklarımın altından kayıyormuş gibi hissetmeme yol açmıştım. Her seferinde yutkunan benken bu sefer yutkunma sırası Clark'taydı. Yüzünde beliren sevecen gülümsemeyle gözlerimin derinliklerine dikti dipsiz gözlerini. Sanki ruhumu araştırıyordu bakışları. Yine yutkundum.
"Tamam… İstediğini yap..." Kolum yavaştan yanıma düşerken Clark arkasına bakmadan mutfaktan çıkmıştı. Çatılı kaşlarımla kapanan kapıya bakıyordum. Aklımdan geçen tek cümle ise ‘Bu da neydi şimdi?’ idi.
***
Aynadaki yansımama gözlerim kocaman açılarak izliyordum. Ne olmuştu bana böyle, sorduğum soruların ya da beynimi kemiren soruların cevaplarını er ya da geç istiyordum. Gözlerimin altıda mor halkaların oluşması ve tenimi olduğundan daha soluk göstermesine açılan ağzımda eşlik ederek izliyordum.
"Ah Tanrım!" Dudaklarımdan dökülen şaşırma nidalarına omuzlarımı boş vermişlikle silkeledim. Yutkundum. Uyuşukça ellerimi yüzümde gezdirmeye başladım.
"Hortlağa dönmüşüm," dudaklarım hafif bir kıvrımla hareketlendi. Kendimi baştan aşağı süzmeye bir son vererek uyuşukça banyodan çıktım. Ez tahminlerim doğrultusundaydı. Ev küçük ama çokça kullanışlıydı. Üç koca oda, devasa salon buna tezat mini ve kullanışlı bir Amerikan tarzı mutfak. Ve ufak eve rağmen ortalarda görünmeyen benim esrarengiz kurtarıcımın yerini bilmiyordum. Sakin adımlarda Clark'ı aramaya koyuldum.
Geniş bir apartman dairesiydi. Meraklı bakışlarla etrafta gezmeye başladım fazla zaman olmamıştı. Beyaz koltuklarla bezenmiş salonda dikkat çeken bej renkteki sehpa, büyük plazma tv, kahve tonlardaki perdeler, büyük tablolar…
"Fazla meraklısın." kulağıma ilişen tılsımlı sesle yerimden sıçradım. Elime aldığım bibloyu yavaşça yerine bırakarak ona doğru döndüm.
"Seni arıyordum ama bunlar dikkatimi çekti." işaret parmağımı doğrultarak duvardaki tabloyu göstermiştim.
"Evet. Güzel eserler," umursamaz bir tavırla kendini beyaz koltuklara bıraktı Clark. Gözlerinde parıldayan tehlikeli pırıltılarla üzerimdekileri seyrediyordu. Huzursuzca yerimde kıpırdandım. Bakışlarına ortak olan can yakıcı yandan gülümsemeyle bana bakmaya devam etti.
"Beni neden arıyordun?" Yine boğazım kurumuştu. Yutkundum yavaşça.
"Şey... Üzerime uygun bir şeyler olsaydı ya da en azından kendi giysilerimi istesem?" başını arkaya atarak gülümsemeye devam etti Clark. Tanrı aşkına komik olan neydi ve neden bana yiyecek bir pastaymışım gibi bakıp sırıtıyordu?
"Bir de iç çamaşırların değil mi?" utançtan kıpkırmızı kesildim bir an.
"E-evet. Ve kendi yani içimde hiç bir şey yok daha fazla böyle dolanamam." yavaşça yanı başımda duran koltuğa iliştikten sonra inatçı tavırla çenemi dikleştirdim. "Ve bu yüzden benimle alış-verişe geleceksin ahbap buna mecbursun!" dedim kollarımı göğüs hizasında kavuştururken. Başını yan çevirerek gülümsedi, ona kafa tutmaya çalışmamdan eğlenmişcesine genişlemişti yine o sinir bozucu gülümsemesi. Ağzımın çarçabuk kuruması hiç hayra alamet değildi ve dakika başı yutkunmamda hiç hoş bir şey değildi. Çaktırmadan yutkunmaya çalıştım fakat bunu fark etmişti ne yazık ki. O sinir bozucu – ve çok yakışan - gülümsemesi tüm yüzüne yayıldı Clark’ın.
"Tamam, seninle gelirim odana dönüp hazırlanabilirsin," yerinden doğrularak aramızdaki mesafeyi sıfıra indirdi. Önümde diz çöktü, gözlerimi kırpmadan onu can kulağı ile dinlemeye meyilli bana dikkatle baktı. Kafasının içinde nelerin gezdiğini merak ediyordum ama sormam pek parlak bir fikir gibi durmuyordu gözümde. "Sen beni ararken odana kıyafetlerini bıraktım." başını eğerek kurumuş dudaklarıma kor gibi yanan kendi dudaklarını değdirdi. Bir yerlerden ritimsiz bir gümbürdeme ulaşıyordu kulaklarıma. Ki bu sesi ya da gümbürdemeyi tek duyan ben miydim onda şüphe ettim bir an. Clark dudaklarını değdirdiği gibi ağır çekimde uzaklaştırırken göz kırptı.
Yirmi yaşında sağlıklı bir kızdım, bu yaşa kadar bir kere bile olsun gribal enfeksiyon dahi geçirmemiştim ama bu yabancı adamın yaklaşımları sağlığım için son derece zararlıydı. Kalbim duracakmış gibi yavaştan hızlanıp bir anda dururken gözlerimi kırpmayı unuttum. Geniş adımlarla kapıya yönelen Clark çok sonra gözden kaybolmuştu bile. Bense hala bana verdiği buseye takılı kalmıştım. Gözlerim bana isyan edercesine yanarken nihayet kırpıştırmayı akıl edebilmiştim. Dudaklarımı yalayarak ayaklandım fakat dönen başımla tekrar yerime gerisin geri oturdum.
"Tanrım ben ne günah işledim ki ya da ne sevap? Ben ne yapıyorum burada?" kafam allak bullak olurken dudağımı okşadığımı dehşetle fark ettim.
Tanrı bana acısın ciddi oranda başım beladaydı…
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlığın Varisi
FantasyEn masum olan can alırken, en korkulan can verecekti. -Nurhayat Turna .. Kronolojik Sırayla Yayınlanma Tarihleri; 28 Kasım 2011 - FKS Öykü Kulübü 30 Kasım 2012 - Hikayeler. 15 Temmuz 2014 - Hayat-I Roman 29 Ekim 2014 - Wattpad