13. Bölüm

83 12 0
                                    

"Dedikleri kadar büyükmüş."
Mekanın girişindeyken dış cepheyi iyice inceledim. Mor ve pembe renklerinde ışıklandırmalar vardı. İçeriden gelen yüksek sesli müzik, zemini titretiyordu.

Hafif esen rüzgar saçlarımı geriye atarken ilk içeri Damla girdi. Ben de hemen peşinden içeriye girdim. Dar bir koridor çıktı karşımıza, ışıklandırmalarla aynı renkte olan bir halı vardı ve bütün koridoru kaplıyordu. En az ses alan yerde bile müzik oldukça şiddetliydi. Sevgililer kaçamak yapmak için bu koridoru uygun görüyorlardı sanırım. İçeri yürüyene kadar üç tane çift görmüştüm bile.

Böyle ortamlar aslında beni sarmazdı. Ne yüksek ses ne de böyle yapmacık bir şekilde cilveleşen insanlar. Hatta bazılarının birbirlerini tanımadıkları bile aşikar. Ama şimdi bile bile bunu tercih etmiş ve buraya gelmiştim.

"Oha!"
Lalin'nin sesini duymuyordum müzikten, sadece ağzını okuyup anladığımla kalıyordum. Müziğin bası içimde patlarken, spot ışıklarının belli saniyelerinde yüzüme vurmasıyla gözlerimi kısmak zorunda kalıyordum. İçerisi tıklım tıklım doluyken kimileri köşede dans ediyor, kimileri ise barda oturup sohbet etmeye çalışıyordu. Barın yakınlarında boş bir masa gözüme çarpar çarpmaz oraya kurulurken, kızlara gelmeleri için el kol yaptım.

"Çok kalabalık!" Dedi Lalin. Sesinin çıkması ve anlaşılması için bağırarak kelime kelime söylemişti.
Damla eşyalarını masaya bırakıp Lalin ve benim elimi tuttu. Dans edilen yere doğru sürüklemeye çalıştı ama henüz dans etmek istemediğimden teklifini güzelce reddettim.
Lalin ve Damla, masada beni yalnız bırakırmış ve durdukları yerden sallanmaya başlamışlardı. Tempolarını yavaş yavaş arttırırken, bir yandan da gezen garsondan içecek bir şeyler alıyorlardı.
Onların eğlencesinden gözümü çekerek etraftaki insanları incelemeye başladım. Herkes çılgınlar gibi dans ediyordu, eğleniyordu. Bir kişi hariç. Karşı masada benim gibi sadece etraftakileri izleyen bir çocuk vardı. Hafif kumral ve uzun boyluydu. Saçları kıvırcıktı ve gözlerinin yeşili buradan belli oluyordu.

Benim baktığımı fark edince onunda bakışları beni buldu. Kalbim şiddetli bir şekilde teklerken bakışlarımı ondan kaçırdım.
Tekin bir tip değildi ve açıkçası biraz gerilmiştim. İster istemez bana bakıyor mu diye tekrar baktım ve gözlerini bir an olsun benden ayırmamıştı.
Çekinerek tekrar bakışlarımı ondan ayırarak Lalin ve Damla'ya baktım. Yanıma gelmişti ve uzun boyunun etkisiyle gölgesi yüzüme vururken tekrar bakışlarımı ona çevirdim.

"Selam güzelim." Pis sırıtışında birçok anlam gizliydi.
Duymamazlıktan gelip çantamın sapıyla oynamaya başlamıştım.
"Nasılsın?"
Önüme gelen birkaç tutam saçımı eliyle kulağımın arkasına atarak boynumun çıplak kalmasını sağladı. Bir iki adım ondan uzaklaşmıştım ama hâlâ masadaydık.

"Hadi ama! Hiç konuşmayacak mısın?"
Fısıltıyla konuşuyordu, sesini duyurmak için dibime girmişti. Sıcak nefesi boynuma çarparken daha çok gerilmeme sebep oluyordu. Şu detayıda geçemeyeceğim, leş gibi alkol kokuyordu.
"Lavaboya gitmem lazım, izninle."
Sağ tarafından geçip yukarı kata çıkmak için hareketlendiğimde önümü kapatmıştı. Bu hamlesi beni afallatsada hızlıca toparlanarak sol tarafa hamle yaptım. Benimle aynanda hareket edip gitmemi engellemiş, ellerini belimde birleştirmişti. Her ne kadar arada ki mesafeyi kapatmak için uğraşsada ona engel olmaya çalışıyordum.

"Bırak beni."
Belimdeki ellerinden kurtularak hızlıca merdivenlere yöneldim. Burnuma gelen pis kokuyu elimle sıvazlayarak yukarı doğru adımlarımı hızlandırdım. Arkama göz gezdirdiğimde adımlarını toplamaya çalışarak gelmeye çalışıyordu. Sanırım çok içmişti ve merdivenleri duraksaya duraksaya çıkıyordu.

Üst katta ki ses düzeyi, aşağıdakine nazaran daha sessizdi. Müziğin bası hissedilsede rahatsız olunacak türden değildi.
Üst katta bir sürü oda vardı ve çoğu odadan gelen sesler hiç iç açıcı değildi. Tek sorun hangisi tuvaletti bilmiyordum.
İlk önüme çıkan iki kapıyı açmayı denedim ama kilitliydiler. Kolumda hissettiğim sert bir baskıyla bakışlarımı koluma çevirdim. Kumral çocuk tekrar girmişti görüş açıma.

"Yakaladım seni!"
Sarhoş olmasına rağmen gücü hâlâ yerindeydi ve bu beni korkutmaya başlamıştı. Gözlerim yavaş yavaş dolmaya başlamıştı ama ağlamanın sıradı değildi.
"Bırak!"
Koridorun ikinci odasında bulunan kapının önünde sıkıştırmıştı beni. Kolumu tutan eli yerini korurken diğer eliyle kapı kolunu indirdi. Kapıya yaslandığım için birden açılmasıyla afallamıştım. Resme odaya düşüyordum.

Odada kırmızı çarşaflı çift kişilik bir yatak bulunuyordu. Sol tarafındaysa tahtaları yıpranmış, aynalı bir masa duruyordu ve leş gibi sigara kokuyordu.
Ben kendimi yeni yeni toparlarken, çocuk kapının üzerinde ki anahtarla kapıyı kitlemiş ve anahtarı cebine atmıştı. Kalbimin artık adrenalinden sebep düzenli bir ritmi yoktu. Her çarpışı boğazımdan belli oluyordu.

"Şimdi müsadenle"
Bana doğru bir adım attı.
"Biraz..."
Duvara kadar geri geri gitmiştim ama o da benimle beraber hareket ettiği için pek zaman kazanamamıştım. Duvarla arasında kaldığımda kokusundan sebep nefesimi tuttum.
"Tadına bakmak istiyorum."
Dudakları boynuma yaklaştığında hızla kasıklarına dizimi geçirdim.
"Çok beklersin canım benim."
O acıyla yere düşerken kapıya doğru koştum. Kapı kolunu ne kadar zorlarsam zorlayayım açılmıyordu. Tek çarem anahtardı ve anahtarı bir şekilde almam lazımdı.
Yavaş yavaş kalkıp kapıyla uğraşan bana engel olmak için açık saçımı tutup yere doğru hızlıca çekti. Acıyla yere düştüğümde hızlıca üzerime çıkmıştı.
"Bırak be bırak!"
"Modelimiz biraz hırçınmış anlaşılan(!)"
"Komik espriler bunlar! Kalk üstümden!"
Üzerimde ki yabancı çocuğu, yerimden olduğunca doğrularak elimi tuttuğu koluna dişlerimi geçirdim. Canım dişlerim oldukça iş görmüştü. Korkunun verdiği hırsla dişlerimi öyle bir geçirmiştim ki, dişlerimin kolunda kalmasından korktum.

"Yavaş be kızım!"
"Sana çekilmeni söyledim ama sen anlamadın beni sanırım."
Ellerini ellerimden çekip ısırdığım kolunu ovuşturmaya başladı. Şimdi sanırım sıra tekrar bendeydi. Hâlâ üzerimde duran çocuğun sırtına bacağımla vurup yana doğru devrilmesini sağlarken üzerimden tamamen ittim. Gücüm resmen bitmişti.
Yavaşça yerde doğrulup, aynanın olduğu masada duran küçük cam vazoyu elime aldım.
Sanırım anahtarı almamın tek yolu buydu. Onunda yavaşça ayaklanmaya başladığını fark ettiğimde, cam vazoyu düşünmeden kafasına indirdim.
Sesi çıkmadan tekrar yere düşerken ben şoka girmiştim. Ya öldüyse? Ya ben birini öldürdüysem?
Emin olmak adına çocuğun cansız duran bedenine yaklaşarak kalbini dinledim. Attığını hissedince rahatlayarak geri çekildim.
Sol cebinde koyduğu anahtarı alıp kapıyı açtım ve koşarak merdivenlere yöneldim. Nefes nefese kalmıştım ama şu an kendimi kesinlikle daha güvende hissediyordum.
Gözlerim kızları ararken bakışlarım o ela gözlerle karşılaşmıştı. İçime dolan huzura engel olamamıştım.
Burak...
Kapıdan içeri girmiş ve o da etrafına bakınıyordu. Önümde duran insanlardan sıyrılarak yanına gittim ve hiçbir kelime dahi etmeden sarıldım.
Vanilya kokusunu fark ettirmeden içime çekmiştim.

"Alya?"
Cevap vermeden sarılmaya devam ederken, dolu dolu olan gözlerimden bir damla yaş özgürlüğünü feda etmişti.
Elleriyle yüzümü kendine çevirdiğinde, akan göz yaşını fark etti.
"Ne oldu sana?"
Tek eliyle göz yaşımı silmişti.

"Gidelim mi?"
Buradan bir an önce gitmek istiyordum. Artık gürültüyü başım kaldırmıyordu.
Başını olumlu anlamda salladıktan sonra çıkışa doğru ilerledik. Ben son kez merdivenlere baktığımda içimde ki kötü his kendini belli etmişti.

Soğuk hava tenime çarparken, akan burnumu koluma sildim. İğrençmiş, çirkinmiş hiç umrumda değildi. Bana bugün ki olaylar yeterdi.
"Evet dinliyorum."
Burak beni kolunun altına almış, kendini dahi zor aydınlatan sokak lambalarının altında yürüyorduk.
"Anlatmak zorunda mıyım? Sadece sessiz kalıp yürüsek?" Diye bir teklif sundum.
"Zorundasın." Net çıkan sesine karşı yüzümü buruşturdum.

"Pekâla öncelikle şunu söylemeliyim, ben iyiyim. Bu detayı unutma. Şimdi olayın başına dönüyorum."

KARIŞIK YAZ AŞKIMHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin