Bölüm.2. Kor AteşlerOy verip yorumlar bırakmayı unutmayın lütfen
🌿🌿🌿🌿🌿
Günler ayları, aylar yılları, tazı kaç tavşan tut oyununda olduğu gibi bıkıp usanmadan kovalıyor bu, kovalamacanın çarkları arasında Yaman, hızlı bir şekilde büyüyordu.
Yaman, büyüyordu büyümesine ama anasının içinde de kor ateşler hüküm sürmekteydi. Kaygılıydı hasretlere gebe yüreği zira Arslan oğlunun askerlik yaşı yaklaşıyordu. Yüreğine kök salan o umarsız gün geldiğinde ne yapar ne eder oğlunun hasretine nasıl dayanırdı? Şunun şurasında iki saat görmese hasreti burnunda tütüyordu. İki yıldan fazla nasıl katlanırdı yokluğuna?
Edibe kadın, hem gündelik işlerle uğraşıyor hem de gizliden gizliye zılgıtlı ağıtlar yakıyordu. Ya gider de gelmezse? Ya bir daha suna boyunu görmezse? O zaman nasıl dayanırdı; canparesinin yokluğuna?
Kendini ne kadar paralarsan parala gelmez dediğin gelir gitmez dediğin giderdi. Her ne yaşanacaksa günü geldiğinde yaşanır çoğu zaman kurulu düzene baş-kaldıramazdın.
Bağrı yanık ananın yüreği maalesef hüznün gölgesine çoktan teslim olmuştu...
Kadın başına karalar bağlarken oğlu gideli aylar olmuş özlemi içinde çığ gibi büyümüştü. Mahrumiyet ülkesinin kıyısında gözden uzak bir yerleşkede yaşayanlar çok iyi bilirdi hasretliği. Ondandı kadının bunca kahrı, ondandı özleminin çığ gibi büyüyüp ateşten bir top olup yüreğine çöktüğü. Canparesinden ne bir mektup ne bir selam yokken nasıl kor ateşlerde yanmasındı yüreği. Akşamüstünün alacası düştü mü gözlere, otururdu kapı önüne Edibe kadın... Sanki çıkıp gelecekmiş gibi bekler dururdu. Bilirdi gelmeyeceğini amma velakin söz dinlemezdi yakıp kavuran hasret.
Hele ki bu vurdumduymaz hasret, hudut boylarında nöbet bekleyen bir askerin gözlerine vurgunsa; işte o zaman ikiye katlanırdı ahı figanı ananın. Arşa değerdi özlemi de göğe salıncak kurardı akıttığı gözyaşları. Susturamazdı, dindiremezdi feryadını hiçbir güç, çünkü anaydı ötesi var mıydı?
Kadının otuz yedi numara plastik pabuç giyen ayakları, ezeltene kokan dağları mesken tuttu; zamanın acımasız çarkları fırıldak gibi döndükçe içine düşen kor yangınları söndürdü. Küllendi bedenine düşen hasret ateşi de savurdu küllerini her bir ezeltene çiçeğinin diplerine. Gözyaşıyla sulanan ezeltene çiçekler açtıkça soldu hücresine işleyen bekleyişin izleri.
Gün geldi teselliyi küçük oğlu Efe'ye yükledi Edibe kadın. Onda aradı ortanca oğlunun parmak izlerini. İçindeki sızı dinsin diye Yaman'ın yerine oğlu Efe'yi öptü kokladı.
Beyaz tenli, yeşil gözlü, orta boyluydu. Bakmayın boyunun ortalama olduğuna. O, her zorluk karşısında dimdik ayakta durabilen, tabiri caizse tam bir Osmanlı kadınıydı. Yaman'da anası gibi beyaz tenliydi ama siyah saç rengini ve ela gözlerini babasından almıştı.
Baba Seyyit Efendi, oğlu ve avradının tam tersiydi zira alabildiğine esmer tene sahip ve uzun boyluydu. Hakkaniyetli ve çeşitli kabiliyetlere sahip biriydi. Heybetli görüntüsünün altında pamuk gibi yumuşak bir kalbi vardı.
-----
Günler acelesi varmış gibi arsızca geçip gitmiş, ezeltene çiçeği kokan dağlar da sayılı günlere yoldaşlık etmişti."Yaradan'a kurban olduğum Arslan oğlum," diye dizlerini dövüyordu Edibe kadın.
Yıların hasretiyle mengene gibi sarılmıştı kokusunu çoktan unuttuğu oğluna. Yaman, anasının esaretinden kurtulup yönünü babasına çevirdi. "Baba ver elini öpeyim," dedi iki büklüm eğilerek. Her hareketinde çıplak gözle bile görülebilen saygının emareleri vardı. Seyyit Efendi, vakur duruşunu bozmadan, "Berhudar ol oğlum, şükür kavuşturana," dedi sırtını sıvazlarken.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sessiz Çığlıklar (Kuma)
Fiksi Umum(+18 yaşa uygundur) Yüzyılın kışı diyorlardı o seneki kışa... Yabani, bir kısrak gibi kişneyerek şahlanmış da şahlanmış alabildiğine hoyratça esiyordu poyrazı karayeli... Buzdan geceler hüküm sürerken, biri vardı yatağında ter döken. Onun adı anay...