Telefonumu alıp gece sensizliğin bilmem kaçıncı saatinde dışarı çıktım. Görünen o ki güneşin doğduğu saatlerdi. Havada çok az bir umut gibi aydınlık vardı. Ben sustum. Hayaller sustu. Kafamdakiler sustu. Kuşlar sustu. Ayaklarımın beni götüreceği yeri bekledim. Yürüdüm. El ele yürüdüğümüz caddelere denk geldim. En son buradan mutlulukla geçmiştim. Şu yedi yirmidört çiçeklerini sulayan teyzede yok ortalıkta. Hani derdin ya "şu kadın bütün işini gücünü çiçeklere adamış. Sürekli su veriyor. Olmaz ki böyle canım." o saksılardaki çiçeklerde solmuş. Az önce gördüm.
İki kişi geçtik bu sokaktan. Sanki diğerlerini yanımı kaybetmişim. Kenardaki kaldırıma baktım. Oradan bir papatya alıp saçıma sıkıştırmıştın en son. Orayada beton dökmüşler. Papatyalar da kalmamış.
Biraz daha yürüdüm. Başım eğik bir şarkı eşliğinde.
Şu an beni salıncağında sallamandan çocuk gibi zevk aldığım parkın kapısında dikiliyorum. Hatırlamazsın belki, "biraz daha hızlı! Gökyüzüne dokunmak istiyorum!" diye bağırmıştım hani. Kulağıma bir fısıltı gibi geldi. Gidip oturdum o salıncağa. İki ders aldım o salıncaktan. Birincisi; beni her zaman sallayan birinin olmayacağı. İkincisi ise ne kadar sallanırsan sallan, seni kim sallarsa sallasın gökyüzüne dokunmanın imkansız olduğuydu.
Bi ara düşündüm. Sende gökyüzümüsün?
Hafif hafif bulutları izlerken sallandım. Bulutlar kırgın ve kızgındı. Bu duygular bana çok tanıdıktı. Bu kez ayakkabımın uçları ile sallanıyordum.
Salıncaktan koşarak inip tahtrevaliye binmiştik ya senle, işte orayada oturdum. Seninle zamanımı harcadığım her yere gitmek istiyordum. Oturdum öyle, karşı koltukta senin hayalinle. Karşıma oturup beni yukarıda bırakmıştın. Bende gülerek korkumu gizlemeye çalışıyordum. Bi taraftan da "düşücem bak indir beni hadi!" diye bağırıyodum. Sende "kıyamam ya, gel." deyip sarılarak indirmiştin.
Herşey gözlerimin önünden bir şerit misali falanmı geçmişti?
Ne güzelmişiz yan yana seninle. Bi an dalıp gitmişim herhalde, yüzüme düşen yağmur damlasıyla irkildim. Sonra elimde hissettim aynı sıvıyı. Birtane daha, birtane ve sonra birtane daha yağmur damlası. Hızlandırmaya başlattı yağmur ritmini. Ayaklarım gitmek için büyük bir savaş verirken, kalbim kal diye çırpınıp haykırıyordu. Terkedemedim o parkı. Sanki o parktan çıksam, terkedermişim anıları. Zaten senden geriye ne kaldı ki bana? Sadece anılar.
Islandım. Islandıkça ağladım. Ağladıkça canım yandı. Söndüremedi yağmur. Alevime gücü yetmedi. Saçlarımdan boynuma sıyrılırken su damlaları, gözümü kapatıp başımı gökyüzüne kaldırdım. Gözyaşım ve yağmur birbirine karışırken, dudaklarımı aralayıp birşeyler fısıldadım.
"İçimde terkedilmiş şehirler biriktirmeye devam ediyorum. Ağlayarak ismini siliyorum hafızamdan. Ama imkansız gibiydin. Senden başkasını sevmek kadar imkansızdı bazı şeyler. Başta sen olmak üzere. Teşekkür ederim. Bana öyle bir ders vermiş oldun ki, hayal bile kurarken haddimi biliyorum. Ki sen gittikten sonra hayal kurmaya bile cesaretim olmadı. Ama korkma. Ben vazgeçtim. Ben senden, senin tarafından vazgeçirildim. Ve ben seni kendime anlatmaktan bile vazgeçtim. Senden de, sensizliktende vazgeçtim. Sokaklarımı çıkaramıyorum artık yoluna. Sen bir papatya katilisin sevgilim. Olurda birgün uğrarsan kalbimin bahçesine, sevgisizlikten soldurtuğun o papatyaları yeşert ne olursun. Sana bu şehirde bu sokakta rastladım, imkansız. Kadermiyidi? Rastlantı veya tesadüfmüydü bizimkisi bilmiyorum. Ama sen rastlantıların en güzelisin. Gitmeseydin. Hadi beni sevmedin, bu anılara yazık etmeseydin. Sen yanımdayken göğsümde uçuşan her kelebeğin katilisin. Göğsümü parçalasam, ölü kelebekler dökülecek yerlere. Hepsi bir günde umudunu kaybetti ve intihar etti boşluğumda. Beni gördün. Sizi el ele, diz dize, göz göze görmeme aldırmadın. Birşey bekliyordum. Bir cümle. Bir söz. Oysa sen tek bir harf fısıldasaydın, ben çığlık çığlığa ağlayacaktım orada. Benden sonra sen sakın sevme. Sevmek ağır gelir sana. Gel şimdi mesela. Affederim. Hatta ben özür dilerim. Ama gel. Ne kötüymüş hayallerinin katiline sığınmak. Gözlerinin rengini özlemek. Sevgilim, ben gözlerine baktığımda yeni galaksiler keşfetmiştim. İşte o zamandan beri kendi dünyam bana yetmez oldu. Gel şimdi. Ellerimde ellerinin verdiği huzuru hissetmek istiyorum. Sana sormam gereken sorular var, gel. Öldüğümde ellerimi sen tutarmısın gibi. Gelmedin. Gelmedin. Ve gelmedin. Kitaplarda aradım seni. Ruhumu astım, seni anlatan her satıra. Boşver dediler. Hatta ne dediler biliyor musun? Başkası gelir elbet dediler. Üzülme, başkası unutturur acılarını dediler. Söyle şimdi, senden başkasının yanında emanet gibi durmazmıyım sence? Ama unutmam. Unutturamazlar. Anılarımıza ihanet edemem ben. Ve sonunda kader benim sana rastlamama izin vermedi. Bak yağmurda ağlamayı kesti. Umudunu en çok. Şimdi seni tuttuğum bir yıldıza emanet ediyorum. Hiç gelmedin. Ve ben seni özlemeyi sever oldum."
Gözlerimi elimin tersiyle silerek doğruldum. Sırılsıklam olan olan elbiseme elimle düzelttim. Islak vücuduma esen rüzgar titrememe sebep olurken, titrememi azda olsa dindirmek için iki elimi kendime sararak yavaş adımlarla, parka veda eden gözlerle yürümeye başladım. Saçımdan akan ıslaklık boynuma ve belime doğru aktığında içten içe daha da titrememe sebep oluyordu. Apartmana yaklaştığımda, apartmanın önünde dikilen bir gölge gördüm. Bu papatya kokusu tanıdıktı sanırım..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şehrin Masum Duvarları..
Художественная прозаHerkez hikayesini gülerek anlatırken sıra bana geldi. Nereden başlayayım dedim? En mutlu olduğun an dediler. Durdum öyle. Yutkundum. boğazıma bir yumruk vurdular sanki. Babamın ölümüne dedim. "Bu kadar mı nefret ediyosun" dediler. Nefret sandılar k...