Bölüm 19- Her şeyin bir bedeli vardır (Snatches)

748 64 13
                                    

Evet, çok uzun bir ara verdiğimin farkındayım. Ama kendime göre nedenlerim vardı, o yüzden lütfen bana kızmayın sevgili okurlarım ^^

Umarım uzun bir aradan sonra gelen bu bölümü seversiniz, biraz geçiş bölümü gibi oldu ama bir sonraki bölüm daha aksiyonlu olacak söz

İyi okumalar!! Vote ve yorumu unutmayın <3

Sabahtan beri hafiflemeden yağmaya devam eden yağmur yüzünden sokaklar bomboş, dükkanlar kapalıydı. Gri bulutlar su birikintileri ve apartmanların pencerelerinden yansıyıp dünyayı iyice solgunlaştırıyordu. Arada sırada çakan şimşeklerse kurulanak bir yer arayan kedileri ve soğuktan titreyen Anne’ı tedirgin ediyordu. Oraya gitmek için bugünden daha uygun bir gün olamazdı herhalde. Gerçi hava durumu sitesinde bugünün güneşli olacağını okumuştu.

Önce hava durumu sonra da bomboş sokaklar...

Kötü bir şeylerin olacağını hissediyordu. Yine de geri dönmek için çok geçti. O şeyleri verdiklerini geri almadan önce durdurması gerekiyordu.

Üstüne su sıçradığında düşüncelere o kadar dalmıştı ki neredeyse çığlık atıyordu. Yanından son süratle geçen siyah arabanın arkasından “Hey!” diye bağırdı. “Biraz dikkatli sürse- Aman Tanrım!”

Arabanın sürücüsü yoktu.

Gözlerini ovup tekrar baktığında arabayı esmer bir adam sürüyordu. Kendi şapşallığına gülerken “Bu kadar paranoyak olma,” diye homurdandı. “Sadece aptal bir dükkan. Büyük ihtimalle genç kızlara sahte aşk iksirleri satan bir yerdir.”

Saatine baktı:  mesaisinin başlamasına daha bir saat vardı. Damlaların iyice irileşmesiyle adımlarını hızlandırdı, zaten elindeki kartın arkasındaki haritaya göre çok kalmamıştı.

Oldukça eski ve boyası dökülmüş ahşap bir kulübenin önünde durduğundaysa yanıldığını fark etti, burası kesinlikle aşk iksirleri satan bir yerin olmaması gerekeceği kadar ürkütücüydü. İki uzun apartmanın arasına sıkışmış gibi çarpıktı. Yarım metre ilerisinde başlayan siyah çitleri ve dikenli otların yetiştiği minik bahçesiyle klasik bir ‘’cadı kulübesi’’ni andırıyordu. Kızıl tuğladan çatısının hemen altında uzun ve vitraylı bir pencere vardı. Anne birinin vitrayın arkasından onu izlediğini hisseder gibi oldu. O sırada çakan şimşek kulübenin çarpık gölgesini Anne’nın üstüne düşürdü ve “Rukaa’nın Kazanı” yazan tabelayı inletti.

Anne bir an geri dönmek ve içeri girmek arasında gidip geldi. Kulübenin öyle bir havası vardı ki içeri girerse bir daha çıkamayacağını hissediyordu. Yine de yaptığı ileri doğru bir adım atmak oldu, o şeylerden bir an önce kurtulmalıydı. Dikenli çalıların arasından geçip esneyen bir kedinin ağzında duran düğmeye bastı. Zil –bir kedi ciyaklaması- tüylerini ürperterek damlaların arasında kayboldu.

Kapı açıldığında karşısında hayatında gördüğü en egzotik kadın duruyordu. Ondan biraz daha kısa ve hafğif kamburdu. Bir kediyi andıran ince ve sivri yüzü kırışmış olmasına rağmen vücudu genç bir kadınınki gibi dolgundu. Mor bir kemer taktığı belin kadar inen yeşil saçlarının arasında eski demir paralar, cam boncuklar ve kumaş parçaları vardı. Kırmızı farla çevrelenmiş gözleri de saçlarıyla aynı tondaydı ve irisleri kedininkiler gibi ince bir çizgiden oluşuyordu. Mavi rujlu dudakları gerilip sivri dişleri ortaya çıkarken “Buyurun?” diye şakıdı. “Ben Rukaa, bu berbat yağmurlu günde size nasıl yardım edebilirim?”

Rukaa’yı ağzı açık bir şekilde süzmeyi kesip “Şey,” diye mırıldandı. “sanırım başım dertte.”

“Pekala...” diye cevapladı kadın sakince. “Neden içeri gelip bana sorunu anlatmıyorsun?”

Lanetli ortaklar (Get Scared)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin