Bölüm 9- Çay Partisi

1.1K 96 25
                                    

Şeyi evet, öhm *gergin konuşmacı havası* aslında, çok önceden yazıp yeni bölüm koymam lazımdı ama ne zaman pc başına geçsem bir işim çıktı, o yüzden ara vermek zorunda kaldım, kavgalar son sınavlar aile derken arada kaynadı. Eğer hikaye için birini beklettiysem çok özür dilerim! Cidden çok özür dilerim, benim için çok önemlisiniz ve sizi kaybetmeyi hiç istemem *o*

O yüzden bundan sonra hızlı hızlı bölümler yazacağıma söz veriyorum! Ve sizden bol boool yorum bekliyorum :D Sonuçta tatile girdik :3

Bölüm 9- Çay partisi

Fren sesi arabayı doldurduğunda Jamie yeni uyanmış gibi sersemledi. Yolculuk öyle gergin bir sessizlik içinde geçmişti ki sonsuza kadar süreceğini sanmıştı; Jamie dışarıyı izleyecek ve Nickolai da yola bakması gerektiği halde gözlerini uzun uzun ona dikecekti…

Toparlanıp önünde durdukları klasik banliyö evine baktı. Kimse bu pembe panjurlu, bembeyaz çitler ve bakımlı çimenlerle çevrelenmiş evde bir şeytanın yaşadığını tahmin edemezdi. Yine de, evin havasında ve kuşların cıvıldayışında hipnotize edici bir şey vardı; sinekleri kendine çekip yiyen çiçekleri andırıyordu.

Jamie korkuyla yutkundu, evin karanlık bir kenarına sinmiş şeytanın onları yemek için beklediğini görür gibiydi. Bir kez daha yutkunmak istedi ama bu sefer beceremedi, boğazı kum yutmuş gibi kuru ve pürüzlüydü.

“İyi misin?”

Kalbi korku ve heyecandan ağzında atıyor, terliyor ve arada görüşü bulanıklaşır gibi oluyordu, “İyiyim.”

Ortağı uzun zamandır nefes almamış gibi uzun bir iç çekti. Sürücü koltuğunda, ona bakmayan Jamie’ye döndü ve silahın kabzasını parmak boğumları beyazlaşacak kadar sıktığı ellerini çözüp kendi kucağına çekti, hızla kasılan damarlarının neredeyse görüldüğü bileğini başparmağıyla okşamaya başladı.  

Jamie Nickolai’ın teninde bıraktığı hisle ürperirken o, “Korkman gereken hiçbir şey yok,” diye mırıldandı yumuşacık bir sesle. “İlk av hep en kolayıdır, sen ne olduğunu anlamadan onu yere sermiş olacaks-”

Bileğini onu ısıtan parmaklardan kurtardığı gibi arabadan indi. Gerçekten korkuyor ve kusmak istiyor olabilirdi ama o gururlu bir gençti; kimsenin, özellikle de onu unutan ortağının önünde küçük düşmeyecekti.

Siyah arabaya yaslanıp Nickolai’ın arabadan inmesini bekledikten sonra hiçbir şey demeden eve ilerledi, ortağının onu takip edip kolladığını bilirken ilerlemek kolaydı.

Ahşap kapıyla vardıklarında Nickolai hala kontrolün onda olduğunu göstermek istermiş gibi zili çaldı. Korku filmlerindekine benzer zil birkaç saniyeliğine evde ve Jamie’nin kafasında yankılandıktan sonra kapı gıcırdadı, pembeler içindeki bir kız aralanan kapıdan başını uzattı.

“Tam zamanında!” diye haykırdı çocuksu bir neşeyle, “çay partim neredeyse başlamak üzere.”

Jamie aklına gelen kanlı çay ve gözlerden yapılmış tatlandırıcı yüzünden midesiyle savaşırken, kızdan biraz bile etkilenmemiş gibi duran iblisin şarap dudakları eğlenceli bir gülümsemeyle kıvrıldı, “O zaman neden bizi içeri almıyorsunuz?”

Kız kapıdan çekildi, “Lütfen buyurun!”

Jamie sakinleşmek için derin bir nefes aldı ve çoktan kızı takip etmeye başlamış ortağının arkasından eve girdi, kapı kimsenin dokunmamasına rağmen arkasından sertçe kapandı. İçerisi karanlıktı ve kötü kokuyordu. Jamie ailesiyle yaptığı bir orman yürüyüşünde de bu kokuyu aldığını hatırlıyordu:

Lanetli ortaklar (Get Scared)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin