Kavanoz içinde milyonlarca arkadaşımla ölümümüzü bekliyorduk. Bir an deprem oldu. Kavanozun camına bir el yapıştı. Üstümdeki kapak açılırken çıkarttığı sesi çığlıklar yüzünden duyamıyordum. Acaba kaşık bu kez beni alacak mı diyemeden kaşıkla beraber çaresiz dostlarımdan koparak kavanozdan ayrıldım. Kaşığın üstünde kaynatılmış suya ilerlerken ilk kez kavuştuğum özgürlüğümün son anlarını yaşıyordum. Birden hafif bir sallantı daha oldu ve havada süzülmeye başladım. Ama kaynamış suya değil masaya doğru gidiyordum. Canım yanar mı diye düşündüm. Sonra kaynar sudan iyidir dedim. Buradan dostlarımın suyun üstüne dökülüşleri ve son çığlıkları duyulabiliyordu. Hepsi boğuldu önce, sonra birer birer eriyip yok oldular. Onun acısıyla diğer tarafa döndüm ve kavanozu gördüm. Onlar da beni gördü. Bir onlar bağırıyordu bir ben bağırıyordum. Birden hepsinin yüzü tehlike ifadesi aldı ve benle ilgili olduğu gözlerinden anlaşılıyordu. Hemen arkamı döndüm ve sessizlik içinde, bardağı tutan el titremiş, bardaktan sarkan su her ne kadar istemese de bana doğru süzülüyordu. Buluştuk. Önce boğulmuyormuşuz. Önce yanıyormuşuz. Sonra boğulup kendimizi suya teslim ediyormuşuz. Ben de suya katıldım. Tek bir umutla beklemeye başladım. Belki masanın soğukluğuyla kahve erken soğur ve ben de rahatlarım. Hatta belki o buharlaşır, ben eskisi gibi olurum. Son anımda bir ses duydum. Kavanoz kırıldı. Ben hariç herkes özgürdü.